28 Kasım 2015 Cumartesi

EFES ve UNESCO HAKKINDA - SAYIN YILMAZ ÖZDİL'e İLETİLMESİ RİCASIYLA

Sayın Özdil yazılarınızın bir çoğunu ilgi ile takip etmekteyim ve çoğuna katılarak beğenmekteyim.Fakat Efes’in Unesco döneminde Avusturya Ankara Büyükelçisi  Dr. Klaus Wölfer’eyazdığınız mektuba cevaben birşeyler yazmak istedim.
Ben devletimin ve ailemin imkanları doğrultusunda Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih Bölümü, Anadolu Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm  Bölümü ve yine DEÜ’de formasyon eğitimi alarak Tarih öğretmeni ve araştırmacı sıfatında nacizane bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Selçuk/Efes’te yaşayan bir gencim.Amacım, ne sizi yerme , ne Avusturya’yı kötüleme nede birşeylerden şikayet etmektir.Amacım bazı gerçekleri kalemim ve bilgim yettikçe açıklamaktır.
Ne olacak bizdeki bu yabancı hayranlığı? Türkler’e aşağılık kompleksini kim böylesine aşıladı? Oysaki Mustafa Kemal bu algıyı yenebilmek için “ Türk Milleti çalışkandır, zekidir “ Gençliğe Hitabesini bitirirken “ Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” , “ Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi söylemleriyle bu kompleksten kurtarmak istemiştir bu milleti , Cumhuriyet Devrimleri ve icraatları bu başarıyı göstermektedir.  
Konumuza gelecek olursak, 19. Yy’ın özellikle ikinci yarısından itibaren avrupalılarca arkeolojiye ilgi hat safhaya çıkmıştır.Bu birazda genel duruma bakıldığında sanayisini güçlendirmiş maddiyaten güçlü devletlerin yarıştığı bir alan haline gelmiştir.Bu anlamda Anadolu toprakları arkeolojinin açık pazarı haline gelmiş ve akın akın hazine avcıları ile dolmuştur.İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar, Avusturyalılar dünyanın dört bir yanında arkeolojik kalıntılar aramışlardır.Kaygıları ise bilimden ziyade Avrupa müzelerini doldurmaktı.
Elbette bizden çok çok önce tarihin ve arkeolojinin farkına varmışlar ve bu konuda çalışma yapmışlardır.Osmanlı’ya bakacak olursak, 19. Yy ‘ın başlarından itibaren her alanda güçsüzleşen imparatorluğun hedefi devleti kurtarmak olmuştur. Cumhuriyet kurulana dek devlet nasıl kurtulur? sorusuna cevap aramıştır bütün yöneticiler. İşte bu konjektüre baktığımızda elbette arkeolojiyi kavramak ve anlamak gecikmiştir bu toplumda.Ayrıca, maddi olarak çöken bir devlet Avrupalıların yaptırımlarına pek fazla karşı koyamazdı.Fakat çok kere direnildi, özellikle Osman Hamdi Bey’in bir çok girişimleri ile eserler bir müzede toplatıldı ve elinden geldiğince izinler zorlaştırıldı…
Hal böyleyken Efes’e baktığımızda önce J.Turtle Wood adlı  İngiliz mühendis demiryolu yapıcaz bahanesiyle Dünyanın 7 harikasından olan Artemis Tapınağının kalıntılarını arayıp buldu ve müzesine götürdü.Hemde hazır tren yolu varken ve askeri gemiler ile…
Wood’tan sonra ise 1895 tarihinde Avusturyalı Otto Bendorf gelip Efes’te kazı yapmaya başladı ve Avusturya.’da bir Efes müzesi kurdular.Enteresan değil mi? Avusturya da Efes müzesi…bizim neden İstanbul’da yada Ankara’da onların tarihine dair bir müzemiz yok …Sömürge devletlerin ruhuna işlemiş bir şey vardır ki her açıdan sömürmeleri gerektiğini düşünürler.Kimse kimsenin babasını hayrına Efes’e para aktarıp burada bilim yapmazdı giden o eserler olmasaydı.Şimdilerde oluşmuş bir altyapıyla kazılar devlet tarafından kontrol altına alınmıştır.Gerçek anlamda bilim yapıldığı söylenebilir yani sadece eser çıkarmaya yönelik değil olan eserlerin restorasyon ile ayakta tutulmasını da sağlıyorlar.Ayrıca onlarca,yüzlerce Türk bilim insanı ve işçisi kazılarda görev yapmaktadır alın teriyle bu sıcaklarda…
Peki onca badireler savaşlar vesaire vesaire atlatıldı, neden Türkler kazı yapamıyor hala?Bizde isteriz yeterince bilim insanımız var lakin yeterince paramız hala yok, yani bu işlere aktarılcak para yok deniliyor…
Elbette bizim kendi insanımız hakkında dediklerinize bir miktar katılıyorum.Gelen turistleri yürüyen dolarlar, eurolar şeklinde görmeseydik şu an daha farklı bir boyutta olabilirdik.Zamanında günü kurtaran bazı zat-ı muhteremler yüzünden herkesi suçlu ilan edemeyiz.Yetkililerce böylesine güzel bir tarihi mekanın çevresinin düzenlenmesini ve iyileştirilmesini canı gönülden istemekteyim.Fakat, şikayet etmek en kolay iştir çözüme yönelik hareketlerde bulunmalıyız toplumca.
Unesco’ya ne kadar ihtiyacı var Efes’in , bence Unesco Efes’e girmeliydi.Unescoya girdi diye var olmadık yada ün kazanmadık, zaten dünyaca tanınan bir yer Efes ki dünyanın heryerinden insan geliyor bu antik şehri yaşamaya…Efes binlerce yıldır ordaydı ve orda olmaya devam edecek, ne siyasiler nede bizler oranın sahibiyiz herzaman gelecek nesiller oranın sahibidir.Bizlerin görevi antik şehride oraya gelenleride başımızın üstünde misafir etmemiz gerekir.Türk adet,gelenek görenekleri bunu öğretmiştir bizlere…
Hal böyleyken tüm bunlardan ziyade sadece Efes Unesco’ya girmedi Çukuriçi höyük, Meryem Ana Evi ve Ayasuluk kalesi de Unesco’da.Peki Ayasuluk kalesindeki çalışmaları Türk kazı heyetinin yürüttüğünü ve onların özveri ile çalışıp Selçuk’un simgesi olan kaleyi ortaçağdan günümüze taşıdığını biliyormuydunuz? Çok imkanla iş yapmak kolay asıl takdir, az imkanla çok iş yapmaktadır.Burdan Ayasuluk Kalesi kazı başkanı Mustafa Büyükkolancı ve ekibine teşekkürlerimi sunuyorum milletimiz adına…
Uzun lafın kısası,
Sayın Özdil olaylara geniş çerçeveden bakmayı öğretti bana tarih eğitimim ve asla sen şusun ben buyum ile çözülemediğini gördüm tarih boyunca işlerin.Artık imparatorluklar bitti, dünya eksen değiştirdi herşey paraya yönelik ve paranın esiri. Fakat unutulan bir şey vardır ki bu ülkede herkes siyasiler gibi değildir bunu Avusturyalılar kendileri bizati görmektedir biz onlar ile iç içe yaşıyoruz bu kentte, kiminin iş arkadaşı, kiminin komşusudur.Hatta eskilerden olup buraya yerleşenler dahi mevcuttur.Gelin misafirimiz olun birde burda görün işlerin nasıl yürüdüğünü.O zaman belki bu halka da bir teşekkür edersiniz…
Efes ve çevresinde gerçekten bilim yapan herkese teşekkürlerimi iletiyorum, arkeolojik eserler yerlerinde güzeldir ve birgün ait oldukları yerlere dönmeleri diliyorum…
Bir yanlışım varsa affola,
Saygılarımla…

EVLİYA ÇELEBİNİN İSA BEY CAMİİ ANLATIMI

İsa Bey Camii ve Evliya Çelebinin Anlatımı ;
 Evliya Çelebi der ki: "böyle harap şehirde cemaatsiz kalmış bir garip camidir.Kalabalık cemaati yoktur.”
Aydınoğulları Beyliğinin kurucusu Mehmet Bey’in en küçük oğlu İsa Bey tarafından hicri takvimde:776 Miladi takvime göre 1375 yılında yaptırılmıştır.13 Mart 1375’te ibadete açılmıştır. 1653- 1688 yıllarındaki depremler sonucu Caminin minarelerinden biri tamamen diğeri şerefeden yukarısı ve avludaki revakların tamamı yıkılmıştır. Bu gün doğu kapısına ait kitabe İzmir Çorakkapı Camiinin mihrabını, Kuzey kapısından alınan kitabe Kestanepazarı camiinin son cemaat mahallini, mihrap tacı Kestanepazarı Camiinin mihrabını süslemektedir. Mihrabının üzerindeki geniş kitabe frizi de Agora da saklanmaktadır. (Bu eserlerin mutlaka İsa Bey Camii'ne geri getirilmesi gerekmektedir) Tamamı yıkık vaziyette olan caminin çatısı 1975, mihrabı 1990 yılında tamir edilmiştir.İbadete ve ziyarete açıktır.

Mimarı Ali Bin Dımışki (Şamlıoğlu Ali)’dir.Caminin batı kapısı üzerindeki mermerin üzerine yazılmış farsça kitabenin, 

Türkçe tercümesi şöyledir;:
Rahman ve rahim olan Allahın adıyla
Bu mübarek caminin yapılmasını,büyük Sultan vatandaşların maliki,İslamın ve Müslümanların Sultanı,Devletin,Dinin ve Dünya’nın iftihar kaynağı Aydınoğlu Mehmet oğlu İsa buyurdu. Allah mülkünü ebedi kılsın.
Bunu Ali İbni Dımışki yaptı.Şevval ayının dokuzunda,776 (1375) yılında yazdı.
Cami,dikdörtgen plan üzerine inşa edişmiş olup büyük ölçüde Şam-Ümeyye camiinin plan özelliklerine sahiptir.
1671 yılında Ayasuluk’u ziyaret eden ünlü gezgin

Evliya Çelebi,İsa Bey camii için ;

“Öyle bir camidir ki yer yüzünde bir benzeri ancak Şam-ı Şerifte Emeviye camii ola.Kargir kubbe değildir.Servi levhaları üzerinde kurşun örtülüdür.Bütün sütunlarıda servi ağaçlarıdır.Ayasofya kadar büyüktür, ama ensizdir.Avlusu daha camidendir.O hesapca ayasofya kadar vardır.duvarları seraba beyaz mermerlerdendir.Kubbesi üstündeki kargir kubbenin için safi altın levhalarla nakışlıdır.Caminin uzunluğu 250 enliği 180 ayaktır.Cami içinde dört sütun var ki yeryüzünde benzeri yoktur.Kırmızı somaki ,zeytuni sütun görülmüştür ama mavi sütun hiç görülmemiştir.Bu sütunların yüksekliği kırkar mimari arşındır.Üçer ada mancak kucaklayabilir.Caminin 7 kapısı vardır.Sanatlı mihrabının anlatılmasından insan acizdir.Minberi ceviz levhasındandır.Meğer benzeri Sinop cami minberinde ola.Üç duvarına Esma-i Hüsna yazılıdır.Ve fidolayı güzel yazılar yazılmıştır.Ama okunması zor yazılardır.Mihrabında “ İnallahe ve melaiketuhu.” Ayeti kerimesi Hz. Peygamberin Hirka-i Şerifi sofasıdır.Bunların kafeslerini cihan ressamlarının resmetmemesi imkansızdır.Camiye güneş ışığı duvarlarındaki billur mermer ve necef camlardan ve yedi kapı üzerindeki kafeslerden girer.Ama Hirka-i Şerif İstanbuldadır.Burada yalnız sandukası vardır.Teberrüken ziyaret olunur.Bir Hz. Osman hattı Kuran-ı Kerim vardır,diye ziyaret edilir.Avlusu mermer döşelidir.Pabuç ile girilmez.Çünkü camiden sayılır.Avlunun ortasında bir büyük havuz vardır.Avlunun üç kapısı vardır.

Velhasıl yeryüzünde böyle bir işi adem oğlu yapmamıştır.Ama böyle harap şehirde cemaatsiz kalmış bir garip camidir.Kalabalık cemaati yoktur.”



27 Kasım 2015 Cuma

"EFESLİ ZENODOTOS" (Dil Bilgini)

EFESLİ ZENODOTOS (Dil Bilgini)

Okumayı ve yazmayı seven herkes Zenotodos'a borçludur.
Zenodotos (Ephesoslu) M.Ö 320- 240 arasında I. ve II. Ptolemaios döneminde yaşamıştır.
Eski Yunanlı dil bilgisi uzmanı ve İskenderiye Kütüphanesi'nin (M.Ö 285-270 yılları arasında) ilk yöneticisidir. Aslında bu kütüphane bir yandan da müze işlevi görmekteydi. İskender doğu seferinin bütün hazinelerini İskenderiye Kütüphanesinde depolamıştır. Bu anlamda bakıldığında aslında dünyanın ilk müzesinin yöneticisi.
Bu görevi sırasında, Eski Yunan şiirlerini derleme çalışmalarına başkanlık etmiş.Dünya tarihi açısından önemli olan Homeros destanlarını, farklı yazmaları karşılaştırarak, kendi anlayışına göre yeniden düzenlemiştir. Çalışmaları sırasında Homeros’un eserlerinde kullandığı bazı kelimeleri “Glossary” adını verdiiği bir sözlükte derlemiştir. “ Glossary “ bugün birçok dilde sözlük, sözlükçe, açıklamalı dizin, ek sözlük gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bunlara ilaveten birde yabancı terimler sözlüğü çıkarmıştır.
Yaptığı işlerin aslında en önemlisi, İskenderiye Kütüphanesi’nde bulunanyazmaları, okumayı kolaylaştırması amacıyla noktalama işaretleri koymuş ve sözcükleri ayırmıştır.
Zenodos’tan önce rulo yazmalarda ki cümleler birleşikti.
Yani demek istediğimi örneklemem gerekirse;
“BENİMADIMZENODOTOSVEBENEFESLİYİM” diye yazılıyorken,
Zenotos kelimeleri ayırarak okumayı kolaylaştırmıştır. “ BENİM ADIM ZENODOTOS VE BEN EFESLİYİM” gibi.
İşte günümüzden yaklaşık iki bin üç yüz yıl kadar önce bir Efesli olan Zenodotos tarafından başlatılan bu yazım kolaylığı için ne kadar teşekkür etsek azdır. Okumayı ve yazmayı kolaylaştırdığı için belkide bu kadar zengin bir bilgi hazinesi birikerek günümüze ulaşmayı başarmıştır.
Belki de dünya bugünkü konumunu kütüphaneci ve dil bilgini olan Efesli Zenodotos'a borçludur…
Ne dersiniz?
Tarihçi – Tolga MERT


26 Kasım 2015 Perşembe

"EFESLİ PARRHASİUS" (Ressam)

EFESLİ PARRHASİUS

Efesli Parrhasius, Antik Yunanistan’ın en tanınmış ressamlarından biriydi.

Efes’te doğmuş fakat Atina’da yaşamıştır. Yaşadığı dönem hakkındaki bilgilerimizi Sokrates ile yaptığı, sanat diyaloglarını kaydeden “Ksenofon” sayesinde bilmekteyiz. Yani M.Ö 399 yılından önce yaşamıştır.

Dönemin yine iyi ressamlarından Zeuxis ile kimin daha büyük bir sanatçı olduğu konusunda girdikleri iddia, Yaşlı Plinus’un (Gaius Plinus Secundus ) yazdığı "Naturalis Historia" adlı kitabında geçmektedir.


İkili, iddiaya girdikten sonra birer resim çizerek perdeyle kapatmışlardır. Yarışacakları gün geldiğinde, Zeuxis perdeyi kaldırmış ve çizdiği üzüm resmini ortaya çıkarmıştır. Üzümler o kadar çekici ve gerçekçi görünmüştür ki, uçan kuşlar yere inip resmi gagalamışlardır. Sonra Zeuxis, Parrhasius'un resmi üzerindeki perdeyi kaldırmasını istemiştir ve Parrhasius, perdenin aslında kendi çizdiği resim olduğunu açıklamıştır. Bu şekilde Zeuxis yenilgiyi kabul etmiş ve demiştir ki: 

"Ben kuşları kandırdım, ama Parrhasius Zeuxis'i kandırdı."

Tarihçi - Tolga MERT 


25 Kasım 2015 Çarşamba

"EFESLİ APELLES" (Ressam)

EFESLİ APELLES

M.Ö 4. Yy’da yaşamış Efesli ressamdır.

Günümüze hiçbir eseri ulaşamamış olsa bile, Antik Çağ’ın sanat yazarları tarafından öylesine yüceltilmiştir ki, hala o dönemin en büyük ressamı olarak anılır. Rönesans sanatçıları, kopyaları dahi olmayan yapıtlarını kitaplardan anlatılan betimlemeleriyle Apelles’in resimlerini taklit etmek için uğraşmışlardır.

Efesli ressam Apelles, Büyük İskender'in resimlerini yapmakla ünlüdür. İskender bu ressamı öyle seviyormuş ki sık sık atölyesine gidip onunla sanatı hakkında sohbet edermiş. Bir gün İskender Apelles’e bir teklifte bulunmuş ve kadınlarından “Pancaspe” adındaki sevgilisini çıplak halde resmetmesini buyurur. Fakat ressam, bu kadına aşık olduğunu kısa süre sonra belli etmiştir. İskender’de bunu anlayınca, kendi sanatında bu kadar büyük olan ve herhangi bir zaferden hiçte değersiz olmayan yapıtlarına hürmeten, kadını Apelles’e armağan eder.

M.S yaşamış Romalı Yaşlı Plinius’un  “Historia Naturalis” adlı ansiklopedik eserinin 35. kitabının 36. bölümü, 79-92. Sayfaları arasında Apelles’ten bahsetmektedir.
Bir anektodunu şöyle anlatmaktadır;

Apelles yaptığı tabloları halka sunup bir perdenin arkasına gizlenerek yorumları dinlemekten çok hoşlanırmış. Böylelikle yapacağı yeni resimler için yeni düşünceler edinmektedir. Apelles' in sergisini gezen bir ayakkabı ustası resimlerin birinin karşısında durarak tablodaki insanların ayakkabıları üzerinde eleştiriye başlar. Ayakkabıcının etrafında toplanan kalabalık merak içinde adamı dinlerken Apelles de gizlendiği perdenin arkasından yapacağı yeni tablolardaki ayakkabı figürleri için söylenenleri can kulağıyla dinler ve bir deftere not eder. Ayakkabı ustası uzmanlık alanının dışına çıkıp resmi sanat açısından ve teknik yönden eleştirmeye çalışıp resimdekilerin bacaklarını alay konusu etmeye başlayınca Apelles perdenin arkasından bağırır: "Efendi haddini bil, çizmeden yukarı çıkma!"

Ressam Apelles'in bu öyküsü unutulmuş olsa da iki kelimelik bir deyime dönüşen haliyle anlatılır durur günümüzde de:

"Çizmeyi aşma!

Ne çok yönlü bir diyarda yaşıyoruz değil mi? Bilimden, kültüre, sanata her alanda en iyilere sahip toprakların arasındayız. Şayet bunları bilmiyorsan kentini sevemez, geliştiremezsin. Fakat yaşadığımız bu kent, senin bunları bilmeni istemektedir ki, bu eşsiz kentimizi ileriye taşıyalım …

Tarihçi – Tolga MERT

Ressamın aşağıdaki resimleri Rönesans Ressamları tarafından canlandırılmıştır.






24 Kasım 2015 Salı

ARTEMİS TAPINAK ALANI HAKKINDA

ARTEMİS TAPINAK ALANI HAKKINDA

Bizanslı Philon Artemis Tapınağı için demiş ki:

Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı.

Dünyanın yedi harikasını derleyen Sidon'lu Antipatros ise tapınağı şöyle tarif etmiştir.

Mağrur Babil'in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus'daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve Güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos'un engin mezarını; ama Artemis'in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki "İşte! Olimpus'un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı. (Antipater, Yunan Antolojisi [IX.58])

Antik yazar Plinius’un bildirdiğine göre tapınağın toplamda 127 sütunu bulunmakta ve bunlardan 36 tanesi ‘‘columnae caelatae’’ olarak adlandırılan kabartmalı sütunluydu. Bu kabartma sütunları Lydia Kralı Kroisos hediye etmişti. Kabartmalı sütun tamburları üzerinde kurban törenine doğru ilerleyen insan figürleri işlenmişti. Tapınağın devasal mermer blokları Belevi yakınlarındaki mermer ocağından getirilmişti.

Böylesine ihtişamlı bir şaheserin bizim kentimizde varoluşunu günümüzde kullanamamanın üzüntüsü içerisindeyim. Bakanlık ve yerel yönetimlerimiz acilen bu tapınak alanında çalışmalara başlamalıdırlar.
*En azından tapınağın bir minyatürü görsel olarak merkezi bir alana konmalıdır,
*En azından bir güvenlik konulması şarttır,
*En azından insanları yönlendirecek bir görevli, danışma konmalıdır,
*En azından tapınak alanında gelişigüzel serpiştirilmiş hediyelik eşya satan abilerimizi düzenlı bir şekilde stand açmaları sağlanabilir,
*En azından hologramlar hazırlanıp tapınağın ihtişamını gözler önüne serilmesi sağlanabilir,
*En azından alana girişte ki bozuk yollar düzeltilebilir ve daha ihtişamlı hale getirilebilir.
*Bunlar profesyonel kişi ve kurumlar tarafından daha da arttırılabilir...

Orada şu an tapınağın olmayışı, orda hiç tapınak olmadığının anlamına gelmez.Dünyanın 7 harikasından birisinin bizim kentimizde olduğunu vurgulamamız ve bunu fiiliyatta göstermemiz gerekmektedir.Buradan zamanında götürülen eserler hakkında detaylı bir çalışmaya girilip, bunlar ile ilgili geri dönüş çalışmaları başlatılmalıdır. Bu giden eserler hakkında halkın bilinçlendirilmesi de gerekmektedir.

Yetkililer bir an önce bunlar ile ilgili çalışma yaparlarsa, insanların merak duyguları dahada kabartılıp ziyaret olanakları fazlaşabilir…

Bugün bizim turizm anlamında en çok gelirimiz Efes’tir, fakat Efes’in bir zamanlar en büyük geliri Artemis Tapınağı idi.

Saygılarımla

Tarihçi – Tolga MERT


ÜÇ DİN, BİR ÇOK MEDENİYET ve SONSUZ YAŞANTI - Selçuk/Efes - Artemis Tapınağı

Şu tablo dünyanın neresinde var?
Bir yanda antik dünyanın pagan dininin en büyüğü Artemis’in Tapınak kalıntıları,
Bir yanda Hristiyan dünyasının en büyük kiliselerinden ve 12 Havariden St. Jean’ın mezarının olduğuna inanılan yer,
Bir yanda Müslüman Dünyasının Anadolusu’nun beyliği , Aydınoğlu İsa Bey Camii,
Ve bir yandan da Selçuk’un tacı Ayasuluk kalesi, Bizans,
Selçuklu,Aydınoğulları ve Osmanlının da kullandığı Ortaçağ kalesi …
Baktığımızda aynı anda üç din, birkaç medeniyet ve sonsuz yaşantı.
Dünyanın değişiminin evrelerini aynı anda bir karede gösteriyor Selçuk bizlere…
Bu değerleri yansıtabiliyor muyuz acaba insanlığa yeterince ?
Bi düşünelim...


EFES ANTİK TİYATRO ve FESTİVALLER

Nerde o eski,
Efes Antik Tiyatro ve Festivaller
Son Efesliler’den, yani Selçuklular’dan bu fotoğraflara bakarak iç geçirip “ahh nerde o eski festivaller” demeyen yoktur heralde.
Benim neslim pek yetişemedi bu festivallere fakat onların festival günlerini anlatırken gözlerinin büyüdüğüne ve heyacanlandığına çok şahit oldum. Dedelerimin, nenelerimin birçoğu bu küçücük kente çok büyük insanların geldiğini bu festivaller sayesinde gördü. Deve güreşleri dünya çapında efsaneydi. Samimiyetin, arkadaşlığın, dostluğun zirve olduğu dönemlerdi bunlar sanırım. Gecenin bir vakti Antik Efes’in insanının tiyatroda ki ruhu yakalanıyordu belki bu festivallerde. Belki de ilk aşkını bu festivallerde buldu birileri…
Daha sonraları haklı nedenlerden ötürü bu tip faaliyetler azaltıldı. İki bin yıldan bu yana ayakta kalmış, biraz yorulmuş, biraz da yaşlanmış olsa gerek… Yoğun insan akını, gelişen teknolojinin müzik sistemleri güçlü olduğu için antik tiyatroya zarar verebilirdi. Fakat yakın zamanda yapılan restorasyon ve güçlendirme çalışmalarını, Türk Restoratör Mimar Esin Tekin başarı ile tamamlamıştır.
Artık birtakım önlemler alınarak dahi olsa burada etkinlikler görmek istiyor herkes eminim. Eski Efes Festivalleri’nin ruhunun yeniden yakalanması kentimizin hem insanına hemde turizmine oldukça önemli bir ivme kazandıracaktır.
Kısaca tarihine de değinmek gerekirse tiyatronun;
25.000 kişilik tiyatronun ilk kez Hellenistik dönemde yapıldığı bilinmekte ise de bugüne gelen tiyatronun İmparator Cladius zamanında yeniden inşaasına başlandığı, İmparator Trianus M.S..98-117 döneminde tamam landığı bilinmektedir. Tiyatronun ön kısmında oldukça sağlam ve iri taşlarla yapılmış soyunma yerleri belirgin şekilde görülmektedir. Tiyatronun kuzey batısında iki iyonik sütunlu hellenistik bir çeşme yerleştirilmiştir. İlk döneminde üç katlı olan tiya tro her biri 22’şer basamaklı üç bölümden oluşur. Sahne binası 18m. yüksekliğindedir. M.S.54 yıllarında St.Paul’un bu tiyatrodan Efes’lilere seslendiği ve Efes Sarraf Loncası tarafından büyük tepkiyle karşılandığı rivayet edilir. 25×40 ebatlarındaki sahnenin arka duvarları son derece süslü ve nişler içinde heykellerin bulunduğu bir görünüm içindeydi. Tiyatro geç Roma devrinde gladyatör dövüşlerine sahne olmuştur.
Kimbilir kimler kimler oturdu bu tiyatroda, kimler sanatını icra etti, kimler dövüştü vargücüyle. İşte tiyatroya geldiğimizde derin bir nefes alarak bunları düşünmemiz bizleri zamanda iki bin yıllık bir yolculuğa çıkarıyor…
Tarihçi – Tolga MERT



EFESLİ HERAKLEİTOS ve PERS KRALI DARİUS'un MEKTUPLAŞMASI

Efesli Herakleitos ve Pers Kralı Darius
İ.Ö 5. yüzyıl.
Pers Kralı Darius ve Efesli Herakleitos'un mektuplaşması...
Çağının ötesine seslenen ve günümüzün düşünce yaşamını bile etkileyen bir düşünür olan Efesli Herakleitos.
Çağdaşı olan Pers Kralı Darius ise bilim ve felsefeye çok önem veren bir kişilikti ve Efesli düşünürün düşünsel sesini duyup ona bir mektup yazmıştı;
Pers Kralı Darius:
" Siz anlaşılması ve açıklaması güç bir doğa kitabı yazmışsınız.Eğer açıklanacak olursa, evreni ve onun tanrısal bir hareket sayesinde meydana geldiğini açıklayan olayları ihtiva ediyor gibidir.Fakat eserin bir çok parçaları kopuktur;hatta Yunancayı çok iyi bilenler bile yazmış olduklarınızın gerçek ve doğru yorumlamaları hakkında şüphe içindedirler.
Bu sebepten Hystapsis'in oğlu Darius, sizi dinlemek ve sizden Yunanca öğrenmek arzusundadır.Şu halde beni görmek için çabuk sarayıma geliniz. Zira Yunanlılar, filozoflara yeter derecede saygı göstermemeyi adet edindiklerinden kendilerine okutulan dikkat ve gayret etmeleri teklif edilen güzel doktrinleri hoş görmezler. Fakat siz benim yanımda ilk safta olcaksınız ve hergün gayretli bir dikkat, dikkatli bir görüşme ve özdeyişlerinize yaraşan bir yaşam bulacaksınız."
Efesli Herakleitos'tan Darius'a cevaben ;
"Evrende yaşayan insanların hepsi, ayrı ayrı gerçek ve adaletten uzaklaşırlar. Onlar ruhlarının ahmaklık ve bozukluğu oranında hırs ve övünmeye değer verirler. Fakat bozukluğun ne olduğunu bilmeyen ve daima kıskançlığı davet eden, ihtişamdan kaçınan ve aynı zamanda kibirden de çekinmek isteyen ben, gelemem.Ben zevkimi tatmin eden azıcık aşımdan memnunum."
Bundan sonra gelişen olaylarda Efes, 12 İyon ayaklanmasına katılmamış yahut pasif kalmıştı.Darius'un orduları İyon şehir devletlerini yakıp yıkarken Efes'e hiç dokunmayışının altında belkide Efesli Herakleitos'a duyduğu saygı ve hayranlık yatıyordur.
Efes, insanlığın hayranlıkla baktığı bu kent, dünya tarihini doğrudan yada dolaylı olarak etkilemiştir.Böylesine önemli düşünürlerin kenti olan Efes, günümüzde de yaşatılması gerekmektedir. Herakleitos iki bin yıl sonraya seslenebiliyorken bizim onlar için birşey yapmıyor olmamız üzücüdür.
Kentimizi yaşayan bir kent haline getirebilmemizin kilit noktaları böyle insanları yaşatmak ve tarihimize sahip çıkmakdır. Bizden önce bu toprakların sahibi onlardı, bugün bizler, yarın ise çocuklarımız...
Bunları bilirsek eğer, yaşadığımız bu kent bizler için daha anlamlı hale gelir.
Tarihçi - Tolga MERT


EFESLİ HİPPONAKS

EFESLİ HİPPONAKS

M.Ö. 6. yy'da Efes’te yaşamış olan şair, Archilochus’tan sonra tarihin ikinci hiciv ustasıdır.
Çağdaşı olan birçok şairin yanı sıra epik gelenekten yani kahramanlıktan söz eden şiirler yerine sıradan konuları ele almıştır. Bu konuları ele alırken de halkın ağzına yakın bir dil kullanmıştır.
Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Hipponaks, ufak tefek, zayıf ama kuvvetli ve son derece çirkin bir insanmış. Bugünden baktığımızda iki bin beş yüzyıl öncesinin çirkinliğini anlamak zor olsa gerek fakat Hipponaks, alay konusu olacak kadar çirkin olması bizlere fikir verebilir.
Mesela, onun çirkinliğini teşhir eden ve bir heykelini yapan, Ege adalarında tanınan Bupalis ve Athenis adlı iki herkeltraş vardır. Hipponaks ise onlara yazdığı hicivler ile öcünü almıştır. Hatta bu hicivler bu heykeltraşların intihar etmesine sebep olacak kadar etkili olduğu söylenir.
Şairin hicvinden onunla alay eden herkes nasibini almıştır. Bunlar kendi ailesi, tanrılar ve aklına gelen herkes.
Hipponaks’ın sert hicivleri, M.Ö 540’ta Tiran Athenagoras tarafından Efes’ten sürgün edilmesine neden olmuştur. Bu sürgünde tam bir sefil hayatı sürmüştür. Yoksulluktan nefret etmesine rağmen, yoksulların, dolandırıcıların yanında kendisini çok rahat hissediyormuş.
Parodi edebiyat tarzının bulan kişidir. Ayrıca hiciv sanatında bir değişiklik yaparak adına skazon demiştir. Skazon özgürce söve bilmedir, yani üstü kapalı hiciv yerine açık açık küfür etmektir.
Yaşadığı toplumda istenmeyen bir adamdır kendisi. Öyle ki, sağlığında insanları çok fazla ürküttüğünden, insanlar mezarının yanından bile geçmesin diye laf çıkarmışlardır. Fakat sonradan Theocritus adında bir sofist, iyi kalpli insanların mezarına gelmelerini, kötü kalplilerin gelmemeleri gerektiğini söyleyerek bir nevi iade-i itibar etmiştir.
Yaşamı boyunca aşağılanan Hipponaks, açlıktan ölmüştür.
Şairden geriye kalanlar, güçlükle çözülebilen, yırtık, silik papirüsler deki fragmanlarıdır.
En meşhur sözlerinden birisi ise;
“Evli bir adamın hayatında mutlu olduğu iki gün vardır. Biri, karısıyla evlendiği gün; diğeri, onun cesedini taşıdığı gün.”
Efesli Hipponaks böyle bir adamdı işte …
Tarihçi - Tolga MERT


EFES KAZILARI TARİHİ

EFES KAZILARI TARİHİ
19. yy’da Avrupa’da yaygınlaşmaya başlayan sömürgecilik faaliyetleri, üç kıtada hüküm süren fakat zayıflamış Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında da etkili olmaya başlamıştı. Yaygınlaşan sömürgecilik faaliyetlerinin doğal bir sonucu olarak sosyal,kültürel ve ekonomik alanlarda Osmanlı değişime uğramış ve açık bir sömürü pazarı haline gelmiştir. İşte bu esnada Avrupalılar kökenlerinin Yunan Uygarlığına dayandığını savunup, Anadolu topraklarında geçmişini aramak bahanesiyle İndiana Jones’luk yani hazine avcılığı yapmaya başladılar. Troya,Halikarnas,Bergama ve Efes’de Avrupalıla tarafından yapılan kazılarda elde edilen antik eserler Osmanlı Devleti’nin yürürlükteki tüm yasalarına karşın yasa dışı yollarla ve çoğunlukla askeri gemiler ile kendi ülkelerindeki müzelere götürüldü.Bu konu hakkında birçok yerde söylenen “Alt tarafı taş bunlar gitse ne olur? 3-5 eski şey için kimseyle kötü olmayalım “ gibi cümleler gerçeği yansıtmaz.Zayıflamış ve yıkılma sürecinde olan bir devlet bunların derdine elbette ki düşemezdi ve tek dert bu devlet nasıl kurtulur? sorusuydu.

Kısaca genel konjektürden bahsettikten sonra Batı Anadolu Uygarlıklarının en önemlisi Antik Yunan'ın zengin liman şehri, Roma İmparatorluğunun Asya eyaletinin başkenti ve dünyanın 2 önemli kadınının Artemis ve Kutsal Meryem’in evi Efes’in, bu faaliyetlerde ki macerasından bahsetmemiz gerekirse;
Efes antik kentinin kazıları ilk olarak 19. Yüzyılın 2. Yarısında başlamıştır.1863 yılının Mayıs ayında İngiliz Mühendis John Turtle Wood efsanevi tapınak Artemis'i bulmak amacıyla araştırmalara başladı. Wood İngilizler’in yapmakta olduğu İzmir-Aydın demir yolu işinde çalışmaktaydı.Diğer yandan Londra British Museum’un parasal desteği ile tapınağın yerini belirlemek için Osmanlı Devleti’nden izinsiz sondajlar yapmaya başlamıştı.Diğer yandan İngiltere hükumetinin istekleri doğrultusunda ve Osmanlı'nın uyguladığı denge siyasetinin sonucu olarak kazı izinleri çeşitli fermanlarla verilmiştir. Wood sonuca 1869 yılında ulaşmış ve tapınağın temel kalıntılarını bulmuştur. Fakat işler istenildiği gibi gitmedi ve tapınağın kötü durumda olması, önemli verilere ulaşılamamış olması gibi sebeplerle 1874 yılında sponsorların finansal desteğini geri çekmesine neden olmuştur.1863 ile başlayıp 1874 yılında sona eren Wood’un maceraları süresince elde ettiği eserleri “padişah fermanlarına uygundur” denilmiş ve genellikle askeri gemilerle British Museum’a götürülmüştür.İngiliz kazılarının Efes’te son bulması ise David G. Hogarth’ın 1904/1905 yıllarında yaptığı çalışmalar ile son bulmuştur.

Wood’dan 21 yıl sonra ve yine Osmanlı’nın denge politikası gereğince İngilizler’den uzaklaşıp Alman tarafına yönelen Osmanlı da bu durum arkeolojik çalışmaların seyrini de değiştirmiş ve kökendaşı olan Avusturyalılar’ı Efes’e çekmiştir.Avusturyalılar’ın macerası ise ; 1895 yılında Viyana Üniversitesi klasik arkeoloji profesörü ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün ilk başkanı Otto Bendorf ile başlamıştır.Bu kazıların başlamasındaki en önemli etken ise girişimci Karl Mautner Ritter von Markhof’un yapmış olduğu bağıştır.Başlangıçtan 1906 yılına kadar bulunan kalıntılar Viyana’ya götürülmüş ve bugün Kunsthistorisches Museum’un Ephesos-Museum bölümünde sergilenmektedir.1906 yılından itibaren ise çıkarılan kalıntılar Selçuk’ta kalması sağlanmıştır.1. ve 2. Dünya savaşlarında kesintiye uğrayan kazılar 1954 yılından itibaren günümüze kadar kesintisiz devam etmektedir.
Efes’te çalışma yapan Avusturyalı kazı başkanları ve kazı alanları ise ;
1895- Otto Benndorf ve Rudolf Heberdey – Limanla agora arasındaki kısım ve Artemision
1926- Josef Keil – Büyük gymnasionlari Yedi Uyurlar Mezarlığı ve St. Jean Bazilikası
1954- Franz Miltner – Kuretler caddesi civarı, Hadriyanus Tapınağı ile St. Jean Bazilikası’nın ilk kez yeniden ayağa kaldırılması
1960- Fritz Eichler – Yamaç Evler civarı ve Artemision
1969- Hermann Vetters – Yamaç evler 1 ve 2 , Celsus Kütüphanesi ayağa kaldırılmış
Gerhard Langmann ile Stefan Karweise’nin kazı başkanlığında tarihsel topografya araştırmaları derinleşerek Agora,Artemision, Tiyatro,Aziz Meryem Kilisesi ve Stadion civarı kazılarına devam edilmiştir.
1998- Friedrich Krizinger
2010- Sabine Ladstaetter
- Tolga MERT -




EFES ARTEMİS HEYKELİ ve ANLAMI

EFES ARTEMİS HEYKELİ ve ANLAMI
İnsanoğlunun varoluşundan günümüze kadına duyguğu saygı, günümüzde duyulan saygıdan hep fazlaydı. Hatta kutsal görerek tapındıkları baş tanrıçalar bile vardı.
Bunu yapanlar Efes’lilerdi ve Ana tanrıçaları ARTEMİS idi…Romalılar DİANA derlerdi.Adına antik dünyanın yedi harikasından olan Artemis Tapınağını inşa ettiler.
Antik dönemde aslında iki Artemis kültü vardır.Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekli.
Birincisi Yunan mitolojisinin büyük tanrıçası Artemis, vahşi hayvanların koruyucusu ve elinde bulundurduğu ok-yay ile hamile kadınları öldüren bir tanrıçadır…
İkincisi ise Efeslilerin baş tacı yaptıkları Efes Artemisiydi.
Tabiatın ve hayvanların tanrıçası ve özellikle genç kızların koruyucu anasıdır…
Efes müzesinde sergilenen günümüze ulaşmış en sağlam Artemis heykeli M.Ö 1. Yüzyıla ait bir Roma eseridir.İlk kült heykelin tahtadan olduğunu antik yazarlar sayesinde biliyoruz fakat bulunamamıştır.
Yapısal özellikleri ve anlamlarına bakalım ve birkez daha bakalım bu muhteşem esere;
Başının üzerinde 3 katlı kule biçimli tapınak vardır. Bu şehirlerin koruyucusu olduğunun sembolüdür.
Ensesi dolunay biçiminde bir diskle çevrilidir, bu onun bakireliğinin işaretidir (bozulmamış ay).
Alnındaki hilal ise ay tanrıçası olduğunun işaretidir. Diskin iki yanında beşer grifon, yani kartal başlı aslan vardır.
Boynuna burç işaretlerinin yer aldığı kalın bir gerdanlık takmıştır.
Gerdanlığın altında 4 sıra halinde, sayısı 17 ile 40 arasında değişen memeleri vardır (Polymastos yani çok memeli). Bunlar tanrıçanın bolluk ve bereket simgeleridir.
Altı kat halindeki eteği, dörtgen biçimli plakalara bölünmüştür. Her dörtgenin içinde aslanlar, boğalar, keçiler,grifonlar, sfenksler ve arılar kabartma olarak gösterilmiştir. Bunlar Artemis'in doğa üstündeki egemenliğinin simgeleri olmalıdır.
Hakkındaki yüzlerce yazıt üzerinde Efes Artemis’i “Kurucu, kurtarıcı, yol gösterici, yenilmez, öğüt veren, inandıran, dinleyen, kabul eden, lütufkar, özgür, yasa yapıcı, kraliçe, dünya kraliçesi, görkemli, ışık saçan, beyaz yüzlü, kader tanrıçası, dokunulmaz, daima hazır, ebe, geyik avcısı ve Zeus’un güzel kızı” gibi anlamlar yüklenerek tanımlanmıştır.
Efes Artemis heykelinin değişmez kutsal simgelerinden biri de üç sayısıdır. Bu sayı ile Artemis'in üçlü karekteri dile gelmektedir; bakire, kadın ve anne.
Efesliler o kadar çok bağlıydılar ki tanrıçalarına, bu yüzdendir ki Hristiyanlığın yerleşmeye başladığı dönemde bu duruma en büyük direnci Efesliler göstermiştir.Hatta hristiyanlık yerleştikten sonra dahi onun özelliklerinin birçoğunu Kutsal Meryem’e aktarmışlardır.
Kadına değer verilmeyen çağımızdan baktığımızda ise antik çağların en kutsalları hep bir kadındı, anaydı…
Demek oluyor ki insanoğlu çağlar geçtikçe geriye gidiyor bu konuda.
Tarihçi – Tolga MERT




EFES ARTEMİS HEYKELİNİN BULUNUŞU - 1956

Tarih 18 Eylül 1956,
Yer, Efes Prytaneionu yani Efes Belediye binasının önü,
tüm ihtişamı ile bulunmayı bekleyen Artemis heykeli...
Kim bilir nasıl bir heyecan yaşamıştır Artemis heykelini ilk bulanlar?
Bu fotoğraf karesinin içine giren çizmeli adam yerinde kim olmak istemez ki?
Zamanında binlerce kişinin kutsal gördüğü Tanrıça Artemis'in heykeli toprak ananın bağrından tüm mükemmelliği ile günışığına çıkıyor...
Tarih ve Arkeoloji tutkusuyla kavrulan bir insanın yaşayabileceği en mutlu andı bu an ! ...
Şu anda Efes Müzesi'nin en değerli eseridir.Görmek isteyenler müzemizi ziyaret edebilir...


EFES ARTEMİS TAPINAĞI KALINTILARI

Artemis Tapınağı'nın kalıntıları İngiltere British Museum'da .
Efes Artemis Tapınağının İngiltere British Museum'da ki sütun parçası _!
Tarihçi Plynus'un anlatılarına göre Efes Artemis Tapınağı 115 metre uzunluğunda ve 55 metre eninde neredeyse tamamen mermerden oluşan bir tapınaktır. Tapınak her biri 18 metre olan 127 İyonik stilde kolondan oluşmaktadır.
Bu sütunlardan 36 tanesi Lidya Kralı Kroisos tarafından hediye edilmiştir.İşte bu hediye edilen sütunlardan günümüzde sadece British Museum'da sergilenen ve Hermes kabartmasının olduğu sütun parçası kalmıştır...
Bu parça aşağıdadır...
Zamanında ne kadar değerli olduğunu anlayamamış olmamıza üzülüyorum. Tarihin ilk tamamı mermerden oluşan yapısından geriye kalan tek sanatsal parça...
Birde düşünün tamamı günümüze gelmiş olsaydı ...!!!




EFES'TEN SELÇUK'A KALAN MİRAS: SİVRİSİNEKLER

Efes'ten Selçuk'a kalan miras; Sivrisinekler

"Selçuk’ta ki "sivrisinek problemi" bizlere EFES’ten miras"
Günümüzden yaklaşık iki bin yıl öncesine kadar bu denli bir sivrisinek problemi bu bölgede yoktu.Bu problemin baş göstermesi, antik Efes limanının dolması ve bataklık haline gelmesiyle başlamıştır.

Küçük Menderes ( Kaystros ), dağlardan, vadilerden sürükleyerek getirdiklerini Antik Efes limanına yığmaya başlayınca, liman bataklığa dönüşüyor ve sivrisineklerin en sevdiği yer halini alıyor.Bu durum kentteki insanların sağlığı ve geleceği için hiç istenmeyen bir durumdu.Sıtma kentte kol gezmeye başlamıştı, tarım ürünleri talan oluyordu...

Limanın dolmasıyla da ticaret limanı özelliğini yitirmiş ve artık gemiler limana yanaşamaz olmuştu. Bu Efes kenti için hayati bir durumdu. Çünkü Efes bir ticaret kentiydi ve gemilerin yanaşamaması ekonomik kayıplara neden olacaktı. Efesliler paralarının yanında birde sağlıklarını kaybedeceklerdi. Bu duruma bir çare bulunması gerekliydi ve çarede limanı temizlemek olacaktı.Anlaşılacağı gibi bu iş o dönemki koşullarda pek kolay bir iş değildi. Aslında yeterli paralarının olması bile bu konuyu çözemezdi. Dönem şartlarında bataklığa dönmüş limanı temizleyecek teknolojileri mevcut değildi maalesef…

Tam bu esnada Büyük İskender’in ölümünün ardından, onun komutanlarından Lysimakhos Efes’e hakim olmuştur. (M.Ö 290) 

Savaşlarda elde ettiği ganimetler ile iyi bir zenginliğe erişen Lysimakhos, limanın temizliğinin imkan olmayacağını anlamış ve kenti bugünkü yeri olan Panayır dağı ve Bülbül dağı arasındaki vadiye kurmaya karar vermişti.

Lysimakhos'un savaşlarda elde etmiş olduğu 900 Talentlik yani günümüzde yaklaşık 5 milyona denk gelen bir hazinesi vardı. Nasıl olsa para çok işçi boldu. Yeni yer arayışında buluna nen uygun yer bugünkü yeri olan Bülbül ve Panayır dağları arasında kalan vadi idi. Kurulan yeni kent hem deniz kenarında, hem de emniyetliydi.( Şu an bülbül dağına baktığımızda dikkatimizi çeken surlar, Lysimakhos'un yaptırdığı surlardır.) 

Daha önce Kutsal Artemis tapınağının çevresinde olan kentten ayrılış Efesliler için hiç kolay olmamıştı. Efesliler gururluydu, Efesliler Artemis'i ve Tapınağını çok önemsiyorlardı ve işte bu yüzden bataklıktaki sivrisinekler arasında bile yaşamayı göze almışlardı bir süre. Fakat bir müddet sonra yaşadıkları yer son derece pis ve hastalıkların yaygın olmasından ötürü ölümler artmıştı, Efesliler çaresiz kalmıştı. İşte bundan sonra topyekun Lysimakhos'un kentine göç başlamış ve yerleşim burada devam etmiştir yaklaşık on yüzyıl boyunca...

Bugünden baktığımızda bile sivrisineklere karşı savunmasızken, o dönemin şartlarında böylesine değişimler olması kaçınılmaz bir sondu.

Bizlerde, Efes'ten kalan bu kötü miras ile mücadele etmek için çözüm yollarını en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Günümüzde ilaçlama teknolojisi bu sorunu halledebilecek niteliktedir. Doğru zamanda yapılan ilaçlamalar ile sivrisinek larvalarını ortaya çıkmadan yok edebiliriz.

Kim bilir yeterince ilaçlanmaz ise kentimiz, belki bizlerde bir gün bu yüzden göçe tabi olabiliriz… Fakat bir Lysimakhos daha olmayacak gibi :) 

Belediyemize duyurulur…


EFESLİ SORANOS - KADIN DOĞUMCU, JİNEKOLOG ve ÇOCUK HEKİMİ

" EFESLİ SORANOS "
Kadın Doğumcu, Jinekolog ve Çocuk Hekimi
MS. 98-138 arasında Trajan-Hadrianus döneminde Efes’te yaşamış antik dünyanın en ünlü en büyük jinekoloğu.
Menander ve Phoebe nin oğlu olan Soranos eğitimini tamamladıktan sonra Alexandria , Roma ve Efes’te çalışmıştır. “Methodic School” un en ünlü temsilcisi idi. O dönemlerde yaygın olan bir cilt hastalığı yüzünden öldüğü sanılmaktadır. Hayatı ile ilgili fazla bir şey bilmesekte , yazdığı 4 ciltlik kitaplarından birçoğu günümüze kadar gelmiştir.
“Ebelik ve Kadın Hastalıkları” kitabında doğum kontrolü ve doğum teknikleri ; ters doğum; MS 2 yy.da yazıldığı halde ,15 yy da daha yeni yeni uygulanmaya başlanmıştı. Raşitizm hastalığının belirtilerini anlatmış , sinir bozukları ile ilgili önerilerde bulunmuştur. Bu öneriler günümüzde psikoterapide kullanılıyor.
1838 de ve 1882 de ,(6.yy.Latince çevirisi –kazandıran Caelius Aurelianus) basılan “Kırıklar,belirtileri ve Bandajlar” ; Akut ve Kronik Hastalıklar” birkaç önemli Yunanca yazılmış eserleridir.
Soranos önce annenin hayatını, sağlığını düşünürdü, gerekli görürse kürtajı önerirdi. Doğum kontrol için, ağızdan alınan şifalı otlardan yapılmış ilaçlar, eski zeytinyağı, bal ve ağaç reçinesinden yapılan diaframlar kullanılırdı. İstenmeyen gebelik ortaya çıktığında kürtaj yapılır ( Spekulum, uterus sondası, sefalotribe, embryo çengeli... gibi aletleri tarif etmiştir ) yada düşüğe sebep olacak bitkisel ilaçlar verilirdi.
Doğum ilgi çekiciydi, bir çok komplikasyonlar yaşanıyordu, hem anne hemde bebek tehlikeye girebiliyordu. Bütün bunların cevabını arayan Soranos aslında kürtaja karşıydı. Efes’te kürtaj yasal bile olsa, sadece annenin hayatı tehlikede ise kürtaja yanaşıyordu.
Soranos aynı zamanda Tıbbın Babası Hipokrates ‘in (MÖ. 460-370) bilinen ilk biyografisini yazmıştır.
Yunanistan’da ‘Soranos Dostluk Ödülü’ 1. yüzyılda yaşamış ünlü hekim Efesli Soranos adına iki yılda bir veriliyor. Türkiye’den bu ödülü almış kişiler;
1995- İhsan Doğramacı
1999- Erdal İnönü
2002- Doç.Dr. C.Narter (Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı-Deneysel fetal cerrahi sunumu.İst.)
2005- Zülfü Livanelli
Efes öyle bir kentti ki hala yankıları dünyanın dört bir yanında sürmektedir. Biz böyle bir kentte böyle ilmi insanların yaşadığı yerde yaşamaya devam ettiğimiz için çok şanslıyız.
Tarihçi - Tolga MERT


23 Kasım 2015 Pazartesi

EFESLİ RUFUS - HEKİM VE ANATOMİST

“ EFES' Lİ RUFUS ”
- Hekim ve Anatomist -
Rufus Efes’de doğmuş ve tıp eğitimini burada almıştır. İskenderiye’de de eğitim alan Rufus’un yaşamının bir döneminde Roma’da bulunduğu varsayılmaktadır. Tıp mesleğini Efes’te icra eden Rufus’un yaşadığı dönem Trajan Dönemi (M.S. 98-117) (M.S. 53-117) olarak rivayet edilmektedir. Rufus yaklaşık olarak Galen’in (Deneysel fizyolojinin kurucusu ve dünyanın ilk spor hekimi ) Bergama’da dünyaya geldiği yıllarda yaşamını yitirmiştir .
Efesli Rufus, Galen’den sonra Roma İmparatorluğunda en önemli Yunan hekim ve anatomisttir . Yazılarından anlaşıldığına göre Rufus, hem pratik uygulama yapan bir hekim, hem de bir hocadır . Efesli Rufus’un çalışmaları Herophilus ve Erasistratos’un çalışmalarını temel almıştır. Galen’e göre Rufus Hipokratik eserlere derinlemesine egemendir . Aristoleles’in felsefesinden etkilendiği görülmektedir. Eserlerinde her bir hastalığın varyasyonlarını büyük bir özenle göstermiştir. Detaylı bir şekilde tedavileri de anlatmıştır.
Rufus maymunlar ve domuzlar üzerinde anatomik çalışmalar yapmıştır . Rufus’un en kayda değer gözlemi nabız ve kalp atımı-sistol arasındaki bağıntıyı ortaya koymasıdır . Nabız üzerine kısa kitapçığı önemlidir, çünkü nabzın güzel bir tarifini içermekte ve kalp atımı ile nabız bağıntısına güzel bir vurgu yaparak, bunun özellikle sistolle ilişkili olduğunu belirtmiştir. Bu kitapçık ilk olarak patolojiyi, anatomi ve fizyolojiye temellendirme girişimi olarak değerlendirilmektedir. Optik kiyazmayı ilk kez tanımlamış, gözün geliştirilmiş bir açıklamasını (lensden söz etmiştir) yapmıştır.
Motor ve duyu sinirleri arasındaki farkı ortaya koymuş, sinir sisteminin geniş etkilerini anlamıştır. Ruelle, olasılıkla seleflerinin gözden kaçırmış olduğu uterus kavitesinde bulunan bazı damarları Rufus’un gösterdiğini Clinch’e dayanarak bildirmektedir . İnsan anatomisine dair bir çalışması karaciğerin en eski beş loblu tanımını içermektedir. Koyunun over kanalını (oviduct) tanımlamıştır. Günümüze ulaşan kitaplarından Basit Anatomi Kitapçığı (Elementary Treatise of Anatomy) anatomi terminolojisine ilişkin en eski kitapçıktır.
Pek çok hastalık ve semptom onun tarafından tanımlanmıştır. Hijyen konusunda önerilerde bulunmuştur. Cerrahisinin en önemli bölümü hemostaza dair yöntemlere ilişkin açıklamalarıdır. Tıbbi botanik alanında da isim yapmıştır. Albrecht von Haller (1708-1777) sayesinde botanik anatomi ve terapötik alanındaki çalışmalarının kıymeti anlaşılmıştır .
Böbrek hastalıkları konusunda yazılmış olan ilk kitap "Böbrek ve Mesanenin Hastalıkları" Efesli Rufus tarafından birinci yüzyılın sonunda yazılmıştır .
Efesli Rufus’un günümüzde ulaşılabilen yazılı eserleri Gul. Clinch tarafından Londra’da 1726 yılında De Vesicae Renumque Morbis, De Purgantibus Medicamentis, De Partibus Corpis Humani, Nunc Iterum Typis Mandavit adıyla bir araya getirilmiştir. Eserler daha sonra Charles Daremberg ve Ch. Emile Ruelle tarafından 1879’da Paris’de Yunan çalışmalarına dair Yunan ve Arap kaynaklarından derlemeleri içeren şekilde Fransızca çevirisi ile birlikte hazırlanmıştır. Almanca çevirisi ise Anatomishe Werke des Rhuphos und Galenos adıyla Robert von Töply tarafından Weisbaden’de 1904’de yapılmıştır.
Felsefe, astronomi gibi alanlarda eserler veren diğer meslektaşlarının aksine, Rufus yalnızca tıbbi konular üzerine yazmıştır. Motor ve duysal sinirleri bağ dokusu yapılarından kesin olarak ayırarak, optik kiyazmayı ve vagus sinirini tanımlayarak nöroanatomi alanına önemli katkılarda bulunan Rufus, Anadolu topraklarında yetişmiş önemli hekimlerden birisidir.
Ayrıca
Göz ve gözün yapısı ile ilgilenmiş ve göz lensini ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bilindiği gibi, lensin fonksiyonu ile ilgili ilk önemli bilgiler için 16. yüzyıldır. 16. ve 17. yüzyılda, lens ve kırılma konusunda yapılan çalışmalar sonucunda (Realdo Colombo, Descartes ve Newton), göze gelen ışık ışınlarının lenste kırıldığı belirlenmiştir. Fotoğrafçılıkta kullanılan lenslere onun adı verilmiştir.
RUFUS adı Romalılar arasında çok görülen bir ad ve Latince anlamı kırmızı-sarışın'dır. Büyük bir ihtimalle kızılsaçlı olduğu için bu isim verilmiştir.
İşte bu topraklardaki kadim insanlar böyle işlerle uğraşırlardı. Bizler ne yaptık tabiki de ilgilenmedik ve başka milletlerden insanlar bunlara sahip çıktı ve ilerleyişine ivme kazandırdı. Sahip çıkmayı bırak çoğumuz bilmiyorduk dahi böyle insanların Efes’te yaşadığını…
Efes sadece bizlerin turist çeken tarihi antik kentlerden birisi değildir. Aynı zamanda dünyanın en önemli bilim insanlarının yetiştiği verimli topraklardır. Dünyanın her alanda bugünkü konuma gelmesinde Efesliler’in katkısı heralde en önemlilerdendir.
Herzaman söylerim, Efes dünyanın her alanda merkezi niteliğinde bir noktadır. Yine bu toprakların değerini bilmemiz ve ne kadar şanslı olduğumuzu görmemiz gerekmektedir.
Tarihçi – Tolga MERT


KEÇİ KALESİ - GÖKYÜZÜNDEKİ KALE - BELEVİ

Gökyüzündeki Kale
Keçi Kalesi
İzmir-Selçuk karayolu üzerinde Selçuk’a 9 Km, Belevi’ye 2 Km. mesafede, Belevi Köyü’nün tam karşışında ki Alaman Dağı’nın 300 m.’lik zirvesinde bulunan Keçi Kalesi, sırtını gökyüzüne yaslamış tarihe ve insanlığa meydan okuyan bir savaşçı edasındadır sanki…
Stratejik bir konumda bulunan kale, Helenistik dönemde (MÖ.300-MS.20) yapılmış, daha sonra Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’lar tarafından da kullanılmıştır. Menderes Ovası’na hâkim bir noktada Sardes yolunu kontrol altında tutan bir gözetleme ve kontrol kalesi niteliğindedir. Sardes ticaret yoluna gözcülük amacıyla ve Ayasuluk Kalesi’ne kuzeyden gelecek saldırıları önceden görüp haber vermek için kullanılmıştır.
Kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılan kalede yer yer moloz taş ve tuğla da kullanılmıştır. Kale iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. İç kalenin kuzeyinde depolar bulunmaktadır. Kalenin kuzeydoğusunda yaklaşık 1 Km. mesafede bulunan su sarnıçları da yıkık durumdadır.
Efsanesi çok olan bir kaledir fakat en kabul görüleni şöyledir;
“Tarihte bir türlü fethedilemeyen kale, dahiyane bir fikir sayesinde hiç kan dökülmeden kolayca zapt edilmiştir. O güne dek kuşatılıp bir türlü zapt edilemeyen kale için gece olması beklenmiş. Çevreden toplanan binlerce keçinin boynuzlarına şamdanlı fenerler bağlanıp kaleye doğru yamaca sürülmüş. Kale görevlileri gece karanlığında kendilerine doğru gelen keçi sürüsünü kalabalık bir ordu zannederek kaleyi terk edip, arka kapısından kaçınca kale kolayca zapt edilmiş. Bu nedenle keçiler sayesinde alınan bu kaleye de, Keçi Kalesi ismi verilmiş.”
Bildiğiniz gibi tüm kaleler fethedilmeleri içindir. Keçi Kalesi’de, önce Timur’un orduları, sonra Aydınoğulları ve en sonunda da 1426 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş. 18. Yüzyıl sonuna kadar küçük bir garnizon olarak kalmış ve 19. Yüzyıl başlarında da terk edilmiştir.
Keçi kalesi, manastır olarak kullanılmış olabilir… !
Son zamanlarda Keçi Kalesi için yapılan arkeolojik araştırmalar, burasının bir manastır olabileceği yönünde yoğunlaşıyor. Bu kadar yüksekte bulunan bir kalenin fonksiyonel olarak bir işe yaramayacağını savunanlar, manastır konumunun daha uygun olduğunu düşünüyorlar. Bilindiği gibi manastırlar gözden uzak ve ulaşımı zor yerlere yapılırdı. Çevreden topladıkları fakir ve kimsesiz çocukları alır bu mekanda eğitip din adamı olarak yetiştirdikten sonra çevreye yollayarak, hristiyanlığın yayılmasına katkıda bulunurlardı.
Keçi Kelesi’ni çekim merkezi haline getirdiğimizi bir düşünelim !
Peki nasıl?
Keçi Kalesi`nin bir an önce koruma altına alınarak restore edilmesi gerekmektedir. Aslına uygun bir şekilde restore edilerek, ışıklandırılsa, antik patika yolu için iyi bir düzenleme yapılsa yani ulaşımı birazda olsa kolaylaşsa ve küçük otantik kafe yapılsa turistler için vazgeçilmez bir yer olabilir.
Güneşin batışı ve doğuşunun en güzel göründüğü yerlerinden birisidir bu kale. Kuş bakışı manzarasıyla da menderes nehrinin kıvrımlarının en güzel göründüğü yerdir. Bu manzaralar karşısında çayını yada kahvesini yudumlayan birisi, huzura kısa sürede olsa erişebilecektir.
Bunun adına da huzur turizmi denilecektir…
Ulaşılamayan her şey insana çekici gelmektedir. Bu çekicilik ise Keçi Kalesi’nde fazlasıyla vardır.
Tarihçi – Tolga MERT

İzmir/Selçuk/Belevi 


Selçuk Efes Kent Belleği #EfesSelçuktanerelergezilir

  Selçuk Efes Kent Belleği Zaman Yolculuğu Efes Selçukluların ve Efes Selçuk’un tarihine, doğasına, insanına ilgi duyanların paylaşım noktas...