31 Aralık 2015 Perşembe

Neden yılbaşını Ocak ayının birinci günü kutlarız?

Neden yılbaşını Ocak ayının birinci günü kutlarız?
Antik toplumların genelinde yeni yıl kavramı yaşadığı coğrafyaya bağlı olsa da yeni yıl ilkbahar ekinoksu olarak kutlanır. Yani yeni yıl, doğanın kendisini yenilemesine bağlıdır aslında. Bu bağlamda birçok antik medeniyetlerin festivaller ile bu dönüşümü kutladıkları kayıtlara geçmiştir…
Ocak ayının yılbaşı olmasının temelleri Roma İmparatorluğu döneminde atılmıştır. Romalılar için yılın başı tüm antik topluluklarda olduğu gibi bahar ekinoksudur. Roma’nın kurucusu Romulus tarafından oluşturulan takvimde 1 yıl, bahar ekinoksu ile başlar ve 304 gün sürerdi. M.Ö 8. Yy’da oluşturulan bu takvimde zaman içinde döngüsel problemler baş göstermeye başlamıştı.
Jullius Caesar M.Ö 49’da bu problemleri dönemin ünlü astronomları ve matematikçilerine danışarak çözme kararı almış ve bugün bizim kullandığımız Gregoryen takvimin temeli olan Julien takvimini oluşturmuştur.
Bu yeni takvimin ilk ayı içinse Roma mitolojisinin ikiyüzlü tanrısı “Janus” temel alınmıştır. Sebebi ise Jenus’un Değişimin ve başlangıcın tanrısı olmasıdır. İki yöne bakan yüz ile tasvir edilen Janus, bu tasvirde bir yönü geçen yıla, bir yönü de gelecek yıla bakmaktadır. Yani yılın başlangıcıdır. Jullien takvim de bu sebeplerden ötürü “Januarius” olarak belirlenmiştir. Batı dillerinde january (Ocak) ay isimleri de bu konseptten türemiştir. Yani Ocak ayının kökeni Janusdur.
Jullius Caeser da yeni yılı Janus için Ocak’ın 1’ini yeni yıl olarak belirlemiştir.
Romalılar yeni yıllarını Janus’a adaklar sunarak evlerini defne yaprakları ile süsleyerek, tanrılardan iyi bir servet dileyerek, birbirlerine incir vererek ve bal alışverişi yaparak yeniden bir başlangıç olarak kutluyorlardı.
Türkiye’de ise, Cumhuriyet’ten sonra 1926’de “Milâdî Takvim” kabul edilmiş, 1342 Ocak ayının 1. günü, 1926 yılının 1. günü olmuş ve böylece yılbaşı batı ülkelerindeki gibi Ocak ayı başına getirilerek dünyanın genel kesimine entegre edilmiştir.
Yani aslında geçirilen bu evreler dünya da düzenin doğru bir şekilde ilerlemesi için yapılmıştır. Bütün dünya yeni yıla birlikte girmektedir. Gelenek göreneklerine göre yapılan kutlamalar farklılaşır sadece.
Yeni yıla girerken Romalılar gibi benden herkese incir…
Dilimiz, dinimiz, ırkımız her ne olursa olsun ortak noktamız insan olmamızdır ve insanoğluna verilen bu aklı kullanmamızdır.
2017 yılı önce kentime, sonra ülkeme, sonra da dünyaya SAĞLIK, MUTLULUK, BEREKET ve EN ÖNEMLİSİ “BARIŞ” Getirmesi dileklerimle …
Mutlu Yıllaaarrrrr …
Tarihçi Tolga MERT


23 Aralık 2015 Çarşamba

Evliya Çelebi'den Ayasuluğ'un Genel Görünümü

Evliya Çelebi'den Ayasuluğ'un Genel Görünümü -
Evliya Çelebi 1671 yılında Ayasuluğ kentine geldiğinde, genel görünümünden öyle bir bahsetmiştir ki, bu anlatım kadim Efes kentin büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Anlatımından anladığımıza göre bugün halkın kale kapısı dediği, literatürde “takip kapısı” olan St. Jean Kilisesi’nin girişinden şehre baktığı anlaşılmaktadır. Okurken Hayal edin kendinizi o dönemde Evliya Çelebi’nin yanından kente bakıyorsunuz !
“Bu kapıdan dışarıda aşağı varoşta ibretlik yapılar var ki dillerle anlatılmaz. Hemen eski zamanda ne kadar işlek şehir idiği şundan belli ola ki hala yapı kalıntıları içinde görülebilen 300 hamam, 7 bedesten, 700 kargir yapı han, 20 bin dükkan, 3 bin mescid, 800 cami, 200 medrese, 70 aşevi imaret, 300 akarsulu çeşme, 1.500 sıbyan mektebi, nice yüz bin ayan sarayı ve nice yüz bin ev kalıntıları vardır. Şehrin doğusunda göklere doğru uzanmış gökkuşağına benzer yüksek su kemerleri var ki hala bir padişah bir kemerini yapmaya kadir değildir. Bu gibi büyük binalar var ki görenin aklı perişan olur. Bu binaların hepsi beyaz mermerler ile yapılıdır. Harabelerinin içinde nice bin Ayasofya sütunları gibi mermer somaki ve zenburi sütunları var ki yerlere serilip yatar. Ve nice bin Kisra kemeri gibi kemerler, havuz ve şadırvanlar harap olmadadır. Hatta İstanbul’da Süleymaniye ve Yeni Cami içinde olan ibretlik sütunlar ve değerli acayip taşlar tamamen bu şehirden gitmiştir”.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin 9. Kitabının 152. Sayfasında geçen bu anlatım ile kadim Efes-Ayasuluğ kentinin dillere destan bir kent olduğu anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi tam net sayı olmasa da tahminleri üç aşağı beş yukarı yakındır. Anlaşılan baya bi tecrübe kazanmış göz kararı tahminlerinde Evliya Çelebi. Fakat abartılı anlatımlarını hiçbir zaman elden bırakmamış.
Medeniyetlerin, bilimin, kültürün, dünyanın değişimlerinin seyahat ettiği kenttir Ephesos (Efes) …
Vaktiniz olursa yine Takip Kapısı’nın önüne gelin ve bir seyre dalın Selçuk-Efes’i .
Tarihçi - Tolga MERT

19 Aralık 2015 Cumartesi

AMAZON KADINLARI ve ARTEMİS

AMAZON KADINLARI ve ARTEMİS

Yunanlı tarihci-yazar Aiskhylos, onlar icin "Savaşcı Amazonlar,erkek duşmanlarıdır.” demektedir. Amazonlar, av ve savaş ile uğraşarak yaşamakta ve erkeklerle beraber yaşamaya gerek duymamaktaydılar.
Yine de soylarını sürdürebilmek için erkeklere ihtiyaçları olurdu. Bu gereksinimleri için bile asla erkeklere boyun eğmemişlerdir. Amazonların ilk dönemlerinde erkekler de kavim içinde bulunurdu. Amazonlar, onlardan sadece köle ve uşak olarak yararlanıyor, onları diledikleri gibi kullanıyorlardı. Fakat daha sonraları erkekleri toplumlarından çıkartarak kapalı bir toplum halini almışlardır. Sadece çiftleşme içgüdüsüyle zaman zaman erkekler ile bir araya gelirlerdi. Savaşçı olan bu toplum, daha küçük yaşlarda zorlu eğitimlerden geçerlerdi. Hatta en çok kullandıkları savaş aleti olan ok ve yayı rahat kullanmaları için sağ göğsünü zorunlu ameliyat eder ve kesilen yeri ateş ile dağlarlardı. Bunun dışında tüm savaş aletlerini kullansalarda en önemlisi çift yüzlü balta, yani Labris’tir.

Sosyal yaşamlarında aslında tam bir kadın tam bir anadır Amazonlar. Kız çocuklarını kendileri yetiştirirlerdi. Savaşırlarken dahi, kısa ve uzun etek giymişlerdir.Erkek egemen Yunan tanrılarının hepsine düşman olmuşlardır. Bu özellikleriyle ana tanrıça kültünün peşinden gitmişlerdir.

Buna Artemis ve Efes’te ki tapınağı, örnek olarak verilebilir. Bu gorkemli tapınağın ilk halinin Amazonlar tarafından yapıldığını söyleyen kişi Tarihçi Pausanias'dır. Amazonların bu ilk tapınaklarında Ana Tanrıça’ya kurbanlar sunduklarını da yazılmıştır, ceşitli tarihi kaynaklarda.

Yazar Pausanias’ın anlattıklarına gore;
Zaman içinde tamamlanan bu muhteşem tapmakta, Amazonlara saygı amacıyla yapılmış bir Amazon anıtı da bulunmaktadır. Burada bulunan heykelleri İlk Cağ’ın en unlu heykeltıraşları tarafından yontulmuştur.

Pausanias, Amazonların dini hakkında cok önemli bilgileri kaydetmiştir. Ana Tanrıca'nın ilk rahibeleri olan kadın savaşcıları tanımlarken, onlara bir çeşit "arı” olan Melissa denildiğinden de söz etmiştir.
Artemis, Ana Tanrıca’nın cok goğüslü heykeli, dikkat çekicidir. Bu konuda ceşitli teoriler ortaya atılmıştır.
Bazı araştırmacılar; Artemis’in göğsünde bulunan çıkıntılara "memeler" demekte, bazıları bu çıkıntıları "bal peteği” olarak yorumlamakta bazıları da boğa billurlarının tanrıçaya kurban sırasında boynuna asıldığı yönünde yorumlamaktadır. Amazon dininin rahibelerine bir ceşit arı adının verilmesi bu çıkıntıların niteliği konusunda bir fikir verebilir. Bal ve arıcılık Antik Çağ Anadolu bölgesinde oldukca yaygın olarak yapılan bir işti. Eski pagan tanrılarının bazıları, ornek olarak "Tanrı Priapos" balı yoneten bir tanrıydı. Balın cinsel güç ve yaşam vericiliği de buradan gelmektedir.

Tarihci Pausanias’ın anlattıklarına gore; dinsel torenleri Hippo adındaki başrahibe yönetmekteymiş. Amazon savaşcı kadınları, Ana Tanrıca heykelinin etrafında silahları ile birlikte dans etmekteymiş. Dans sonrasında ise koro meydana getirip şarkılar soylerlermiş. Bu danstan İskenderiyeli şair Kallimakhos da söz etmiştir. Onun anlatımına gore;
Amazonlar, Artemission'un ilk halinde, tanrıca adına diktikleri heykelin çevresinde silahlar ile dans yapmaktaymışlar.

İşte Amazon kadınları böylelermiş…

Dünya da çoğu zaman erkek egemen olmasına karşın Anadolu, tarihin her döneminde böylesine yiğit kadınlar ortaya çıkarmışlardır. Kimi zaman Amazon kadını Penthesilea’dır,Antiope’dir. Kimi zaman Kurtuluş Savaşında Kara Fatma’dır. Kimi zaman da kağnısıyla cepheye mermi taşıyan Elif kadındır, Nene Hatundur… Hepsi Anadolu kadınıdır, dolu dolu yürekleri ve cesaretleriyle bu toprakların kadınıdır…


Tarihçi Tolga MERT 


16 Aralık 2015 Çarşamba

SELÇUK'TA KÜTÜPHANE Mİ?

SELÇUK'TA KÜTÜPHANE Mİ?
Kimsenin derdi değil ama yine de bir değinmek istedim…
Dünyanın bildiği Efes ve onun bildiğimiz en güzel silületi Celsus Kütüphanesi denilen yerde günümüzden iki bin yıl öncesinde 14.000 parşomen kitaba ev sahipliği yapmış bu toprakların, iki bin yıl sonra bir kütüphanesi olmaması sizce komik değil mi?
Hemde trajikomik !
Ama pardon 2012 yılına kadar belediye bünyesinde belediye binası içerisinde bir kütüphanemiz vardı kimse gitmesede görmesede … Sonra belediyenin büyümesi ve arşiv yeri gereksinimi sebebiyle kütüphane kapatılmış ve 15.000 kitap kutulanarak depoda kendi haline bırakılmıştır. Nede olsa belediyenin arşiv işler daha önemli, bir neslin kitap okumasından.
Kim bilir kaç nesil kitap okuma duygusunu bilmeden, kitaplara dokunmadan geçiyor bu kentte. İlginin olmayacağını düşünebilirsiniz böyle bir yere. Fakat bunu çekici kılacakta yine bu işlerle görevli kişiler. Kitapların sıkıcı olmadığını anlatmakta. Daha temelden bu eğitimi vermemiz gerekmektedir güzel halkımın güzel insanlarına. Bu yüzden klasik memur zihniyetli insanlar değil, bilinçli, halkını, kentini seven yaratıcı ve üretken kişiler bu işlerle uğraşmalıdır.
Çünkü insanı en iyi kitaplar eğitir, insanlığı da en iyi bu kitapları okuyanlar…
Şikayet etmek zaten ata sporumuz, benim amacım eleştirdiğim konulara çözümde getirebilmek.
İsabey Okulunun merdivenlerinden çıktığımızda biraz yürüyünce sola döndüğümüzde karşımıza “Ayasuluk Kitaplığı” çıkmaktadır. Bu yapı, 14. Yy. Aydınoğlu Beyliği yapısıdır.Bizler adına Kitaplık demişiz. Neden burasını halka açık kütüphane olarak kullanmıyoruz. Ben hatırlıyorum okula başladığım ilk yıllarda burada çeşitli kitap ve elişi etkinlikleri yapılıyordu. Yaratıcılığımızı ayakta tutacak, zihnimizi sürekli çalıştıracak işler yapılıyordu burda. Hemde yabancı uyruklu kişiler tarafından. Benimde severek gitmişliğim var buraya.
İyi bir çalışma ile burasını çok güzel bir kütüphane yapmak kentimize yakışmaz mı?
Ha diyorsak ki paramız var napsak diye?
Celsus Kütüphanesi’nin mimarisinin benzerini yaparak bütün dünyaya örnekte olabiliriz… Bu biraz fazla gelebilir bizlere …
Sonuç olarak aciliyetten bir kütüphane gereksinimi vardır kentimize öyle yada böyle. Fakat dediğim gibi lütfen çocukları kitaptan soğutacak yerler olmasın, sadece kütüphane yaptık demek içinde olmasın. Gerçekten etkin, yaratıcı, işini seven kişilere emanet edilsin böyle yerler, tabi yapılırsa...
Çünkü,
Dünyayı yöneten kalem, mürekkep ve kağıttır…
Jonathan Swift
Tarihçi - Tolga MERT


14 Aralık 2015 Pazartesi

Şahabettin SİVASİ ( Şahabettin DEDE) - Türk Bilgini

Şahabettin SİVASİ ( Şahabettin DEDE) - Türk Bilgini
Son Efes'in bilginlerinden.
Selçuk'ta büyük küçük herkesin bir dönem bile olsa bu türbeyi ziyaret etmiş olması muhtemeldir.Genel Türk toplumumuzun bu tip yerlere saygı ve hatta sevgi gösterdiğini bilmekteyiz.Hatırladığım kadarıyla da türbenin açık olduğu zamanlarda ağaçlara ve kapısına çaputlar bağlanmaktaydı.Daha sonraları kapısı kilitlenmiştir.Ziyaret ettiğinizde dışarıdan görebilirsiniz.Kare planlı türbe zamanla tamirlerle özelliğini kaybetmiş olsada görülmeye değerdir.Şehrimizi içinde olan bu türbeye dikkat çekmek isterim.
Anadolu Selçuklu Beylik liderlerinden ve Aydın sancak beyi Halil Yahşi Bey’den gördüğü yakın ilgi nedeniyle Ayasuluk’a yerleştiği bilinen Şehabettin Dede, Sivas’ta Balaban Bey’den kırk sene ders görmüş ve Sivas’tan geldiği için Sivasi olarak anılmıştır.
Şehabettin Dede bilinenin aksine, Sivas kökenli değildir. Bu konuda en önemli kaynaklarımızdan birisi olan
Evliya Çelebi Şehabettin Sivasi için şunları kaydeder:
“Sivas’ta Danişment oğullarından Melik Beyzade Cenani Bey’in kölesidirki Gürcistan’da Dadyan asıllı imiş. Sivas’ta Balaban Bey’den kırk sene ders görmüş ve Şehabeddin-i Sivasi adını almıştır. Sonra Bursa’ya gidip Zeyneddin Hafi hazretlerinden batın ve ledün ilimlerini tamamlamış,Onun izni ile Şeyh tefsiri diye çok muteber tefsiri yazmıştır.
” Diğer önemli kaynağımız olan Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba ise Şehabettin Dede için şunları kaydeder:
“Sivas’lı Şehabüddin Baba, Zeyniyye Tarikatında iken sonradan Bektaşilikten nasip almıştır. Aydın oğlu Mehmet zamanında Ayasuluğ (şimdiki adı Selçuk)’a gelmiş,860 Hicri de orada Hakk’a yürümüştür.
Kadınlar kendisine “Havlucu Baba” diyorlar ve Horoz adıyorlar. İki ciltlik tefsir ve Risale – tün -Necat adlı eserleri vardır.Cezzab-ül-kulüb adlı tasavvufi eseri yanında başka yapıtları da bulunmaktadır.” 1378 yıında Ayasuluk’ta vefat etmiş ve burada defnedilmiştir.
-Kitabesinde:
“Leyletü’l Ehad fı yevmi’s sani min şehr-I Rebiülevvel sene sittine ve seman mie (H.860)
(Rebiülevvel, 860 yılı Pazar gecesi ) vefat ettiği söylenir.
Ayrıca kitabesinin devamında ;
“Be Dünya Dil-I nebundet her ki merdi est,
Ki Dünya bikeman enduh virdi est,
Bekürsitan nazar kün ta beyabi
Ki Dünya harieş çend berdest”
Türkçe Tercümesi;
“Dünyaya gönül bağlanmaz,çünkü ölmeyen yoktur.
Ve dünya şüphesiz gam, tasa doludur.
Eğer mezarlığa bakacak olursan
Bu dünya’nın ne kadar insanı alıp, götürdüğünü görürsün.”
-Ayrıca mezar taşının başında ise;
“Ne çoman refte em ki baz ayem”
(Dönüşü olmayan bir şekilde gittim)
Ayak Ucundaki taşta;
“Nezzelna hahüna sümme irtehalna
Vema ehadün aleddünya bi bakın
Keza Dünya nuzulin ve irtihalin,
Vema bakin alel insani halin”
-Türkçesi Tercümesi;
“Buraya(dünyaya) geldik ve göçtük.
Bu dünyada kimse baki değildir.
Böylece bu dünya gelinen ve gidilen bir yer olup
Hiçbir kimse burada baki kalamaz”
İfadeleri yazılıdır...
Şimdilerde geneli doldurma toprak olmasından ötürü Selçuk yüzeyinden aşağıda kalmıştır, Şahabettin Dede Türbesi. Kentin girişinde hemen sağda olmasına rağmen pek dikkat çekmiyor bu yüzden. Fakat aklınıza geldiğinde şöyle bir bakmayı ihmal etmeyin...


7 Aralık 2015 Pazartesi

Efesli Herostratus - Tarihin ilk Teröristi


Efesli Herostratus 

 Tarihin ilk Teröristi 


Tarihin kayda geçen ilk teröristi Efes’te…

Tarih İÖ 356, 21 Temmuz...
Yani günümüzden 2379 yıl önce...

Efes halkının büyük uğraşlar ve fedakarlıklarla Tanrıça Artemis adına yaptırdığı ve dünyanın 7 harikasından biri olan tapınağı yakmakta mı?
Çılgın ve delice bir hareket...

Ayrıca politik bakımdan hassas olan bir dönemdeydi Efes, Pers İstilası altındaydı ve Pers Valisi Tsafernes tarafından yönetilmekteydi.

Sadece adını tarihe yazmak için muhteşem güzellikteki Artemis Tapınağını yakan şöhret meraklısı Herostratus, kendini yargılayan yargıca şu şekilde cevap vermiştir.

“Ben Herostratus. Artemis Tapınağını ben yaktım. Benim adım çağlar boyunca anılacak ama sen Kleon, Efes kentinin baş yargıcı. Seni kim hatırlayacak?

Hayır, sen de beni yargıladığın için anılacaksın.”

Alınan karar, Herostratus'un idamının dışında adının sonsuza dek unutulması, herhangi biri tarafından söylenmesini, yazılı kaynaklarla geçmesini yasaklayan ‘’Damnatio Memoriae’’ yani Hatıranın Lanetlenmesi adı verilen bir cezaya mahkum ettiler. Ceza bu olsa da böyle birinin unutulması pek mümkün olmamıştır. Sonuç olarak emellerine ulaşmıştı bu adam. Şu an size bahsediyorsak yargıcın kararı pek olmamış sanki :)

Peki koskoca Tanrıça Artemis evini koruyamadı mı? sorusunun cevabı;

O gece, Makedonya’nın başkenti Pella şehrinde, Kral II. Philip’in karısı bir erkek bebek dünyaya getirdi. Bu çocuk, yıllar sonra, Avrupa, Asya ve kuzeydoğu Afrika’nın büyük bir bölümünün tarihini yeniden yazan antik dünyanın en büyük imparatorluklarından birini yaratacaktı.

O çocuk kim mi?

Büyük İskender...

“21 Temmuz günü Büyük İskender’in doğduğu gündür ve Artemis aynı zamanda ebelik tanrıçası olduğundan doğumuna yardıma gitmiştir.”

Bu inanışı İskender, Efes’e geldiğinde borç bilir ve tapınağın yeniden inşasını karşılamak isteyerek adını tapınağın girişine yazmaları karşılığında yardım etmek ister.

Fakat gururlu olan Efes halkı akıllıca bir yolla yardımı geri çevirirler. Büyük İskender’i de kırmamak için;

“Nasıl olur da bir tanrı, başka bir tanrıya tapınak yaptırabilir?” demişlerdir…

Bunun üzerine İskender, Efes halkının üzerinden vergiyi kaldırarak tapınağa harcamalarını istemiş ve bir jest yapmıştır.

İşte tarihe geçmek mesele değil sonuç olarak nasıl geçtiğindir ya önemli olan…

Kimi tapınak yakıcı ve terörist,
Kimi de Büyük İskender olarak geçer tarihe…

(Psikologlar iyi bilir, “Herostratik Şöhret” deyimi işte buradan gelir. Psikolojide neye mal olursa olsun adını duyurmak isteyenler için kullanılır. Bugün sosyal mecralarda ünlü olmak için her yolu deneyenleri bilirsiniz. :) )

Grigory Gorin’in yazdığı “Bir Efes Masalı” ya da "Forget Herostratus" (Herostratus'u Unut) isimli oyunu bu hikayeyi çok güzel anlatmaktadır.

Tolga MERT

Tarihçi – Tolga MERT





"Video" Efes'i görsel açıdan anlatan mükemmel bir video.



Efes'i görsel açıdan anlatan mükemmel bir video.



1 Aralık 2015 Salı

ÜSTÜ İNCİR AĞACI ALTI CELSUS KÜTÜPHANESİ

Üstü incir ağacı
Altı Celsus Kütüphanesi...
"Hueber'in eksik parçaları buluş hikayesi"
Celsus Kütüphanesi’nin bina kalıntılarına 1903-1904 yılları arasında yapılan kazılarda rastlanmıştır. Yüzyıl önceki kazılarda ortaya çıkan bu binayı 1970-1978 yılları arasında yürüttüğü çalışmalar ile ayağa kaldıran Avusturyalı Mimar Friedmund Hueber’dir.
Hueber yaşadığı ilginç olayı ise şöyle aktarmaktadır;
''Binanın parçaları 1903-1904 kazılarında çıkmıştı. 7 parça Avusturya'ya gitmiş, parçaların bir kısmı Efes'te idi. 52 parça ise İzmir'deki Agora Açık Hava Müzesine gönderilmişti. Bunları bir araya getirirken, çok enteresan bir olay yaşadık.
Arkadaşlarımla 52 parçayı incelemek ve almak için İzmir'e geldik. Alanın tamamını gezdik. Efes'ten hiçbir parçaya rastlamadık. Müzenin bekçisi, öğle tatilinde bizim içeride kalmamıza izin verdi. Arkadaşlarımla tepede bulunan bir incir ağacının altında umutsuzca otururken, baktık ki eksik parçalar oturduğumuz tepenin altında gömülü. Bir arkadaşım ucu görünen bir taştaki motifin Efes’in mimarisiyle uyumlu olduğunu söyleyince çok ilgimizi çekti. Birkaç gün süren çalışma sonunda, kaybolan parçaları o tepenin altında bulduk. Aslında çok da iyi olmuştu, çünkü toprak, parçaları korumuştu.''
Hueber, ''Efes, 1978 yılına kadar düz bir alandı, Celcus'un ayağa kalkmasıyla Efes kentine 3. boyut kazandırılmış oldu. Bunu gözlerimizle gördük ve gördük ki burası bir köy mimarisi değil, enfes bir mimari zekanın ürünüdür, anladık ki bir metropolün merkezindeyiz''
“2009 yılı Anadolu ajansı Röportajından”

Tarihçi - Tolga MERT 

EFES KAZILARI TARİHİ

EFES KAZILARI TARİHİ
19. yy’da Avrupa’da yaygınlaşmaya başlayan sömürgecilik faaliyetleri, üç kıtada hüküm süren fakat zayıflamış Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında da etkili olmaya başlamıştı. Yaygınlaşan sömürgecilik faaliyetlerinin doğal bir sonucu olarak sosyal,kültürel ve ekonomik alanlarda Osmanlı değişime uğramış ve açık bir sömürü pazarı haline gelmiştir. İşte bu esnada Avrupalılar kökenlerinin Yunan Uygarlığına dayandığını savunup, Anadolu topraklarında geçmişini aramak bahanesiyle İndiana Jones’luk yani hazine avcılığı yapmaya başladılar. Troya,Halikarnas,Bergama ve Efes’de Avrupalıla tarafından yapılan kazılarda elde edilen antik eserler Osmanlı Devleti’nin yürürlükteki tüm yasalarına karşın yasa dışı yollarla ve çoğunlukla askeri gemiler ile kendi ülkelerindeki müzelere götürüldü.Bu konu hakkında birçok yerde söylenen “Alt tarafı taş bunlar gitse ne olur? 3-5 eski şey için kimseyle kötü olmayalım “ gibi cümleler gerçeği yansıtmaz.Zayıflamış ve yıkılma sürecinde olan bir devlet bunların derdine elbette ki düşemezdi ve tek dert bu devlet nasıl kurtulur? sorusuydu.

Kısaca genel konjektürden bahsettikten sonra Batı Anadolu Uygarlıklarının en önemlisi Antik Yunan’ın zengin liman şehri, Roma İmparatorluğunun Asya eyaletinin başkenti ve dünyanın 2 önemli kadınının Artemis ve Kutsal Meryem’in evi Efes’in, bu faaliyetlerde ki macerasından bahsetmemiz gerekirse;
Efes antik kentinin kazıları ilk olarak 19. Yüzyılın 2. Yarısında başlamıştır.1863 yılının Mayıs ayında İngiliz Mühendis John Turtle Wood efsanevi tapınak Artemisi bulmak amacıyla araştırmalara başladı.Wood İngilizler’in yapmakta olduğu İzmir-Aydın demiryolu işinde çalışmaktaydı.Diğer yandan Londra British Museum’un parasal desteği ile tapınağın yerini belirlemek için Osmanlı Devleti’nden izinsiz sondajlar yapmaya başlamıştı.Diğer yandan İngiltere hükümetinin istekleri doğrultusunda ve Osmanlı’nın uyguladığı denge siyasetinin sonucu olarak kazı izinleri çeşitli fermanlarla verilmiştir. Wood sonuca 1869 yılında ulaşmış ve tapınağın temel kalıntılarınu bulmuştur. Fakat işler istenildiği gibi gitmedi ve tapınağın kötü durumda olması, önemli verilere ulaşılamamış olması gibi sebeblerle 1874 yılında sponsorların finansal desteğini geri çekmesine neden olmuştur.1863 ile başlayıp 1874 yılında sona eren Wood’un maceraları süresince elde ettiği eserleri “padişah fermanlarına uygundur” denilmiş ve genellikle askeri gemilerle British Museum’a götürülmüştür.İngiliz kazılarının Efes’te son bulması ise David G. Hogarth’ın 1904/1905 yıllarında yaptığı çalışmalar ile son bulmuştur.

Wood’dan 21 yıl sonra ve yine Osmanlı’nın denge politikası gereğince İngilizler’den uzaklaşıp Alman tarafına yönelen Osmanlı da bu durum arkeolojik çalışmaların seyrini de değiştirmiş ve kökendaşı olan Avusturyalılar’ı Efes’e çekmiştir.Avusturyalılar’ın macerası ise ; 1895 yılında Viyana Üniversitesi klasik arkeoloji profesörü ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün ilk başkanı Otto Bendorf ile başlamıştır.Bu kazıların başlamasındaki en önemli etken ise girişimci Karl Mautner Ritter von Markhof’un yapmış olduğu bağıştır.Başlangıçtan 1906 yılına kadar bulunan kalıntılar Viyana’ya götürülmüş ve bugün Kunsthistorisches Museum’un Ephesos-Museum bölümünde sergilenmektedir.1906 yılından itibaren ise çıkarılan kalıntılar Selçuk’ta kalması sağlanmıştır.1. ve 2. Dünya savaşlarında kesintiye uğrayan kazılar 1954 yılından itibaren günümüze kadar kesintisiz devam etmektedir.

Efes’te çalışma yapan Avusturyalı kazı başkanları ve kazı alanları ise ;

1895- Otto Benndorf ve Rudolf Heberdey – Limanla agora arasındaki kısım ve Artemision
1926- Josef Keil – Büyük gymnasionlari Yedi Uyurlar Mezarlığı ve St. Jean Bazilikası
1954- Franz Miltner – Kuretler caddesi civarı, Hadriyanus Tapınağı ile St. Jean Bazilikası’nın ilk kez yeniden ayağa kaldırılması
1960- Fritz Eichler – Yamaç Evler civarı ve Artemision
1969- Hermann Vetters – Yamaç evler 1 ve 2 , Celsus Kütüphanesi ayağa kaldırılmış
Gerhard Langmann ile Stefan Karweise’nin kazı başkanlığında tarihsel topografya araştırmaları derinleşerek Agora,Artemision, Tiyatro,Aziz Meryem Kilisesi ve Stadion civarı kazılarına devam edilmiştir.
1998- Friedrich Krizinger
2010- Sabine Ladstaetter
Tarihçi - Tolga MERT 






EVLİYA ÇELEBİ ANLATIMIYLA SELÇUK'UN FAKİRLİĞİ

EVLİYA ÇELEBİ ANLATIMIYLA SELÇUK'UN FAKİRLİĞİ 
Evliya Çelebi demiş ki; Selçuk'un insanı çok fakir ...
Aydın Bey oğlu İsa Bey Selçuk’u Cemşid’in soyundan Aya Sulya adında bir Rum kralından almıştır.Osmanlı İmparatorluğundan da Yıldırım Bayezid Han tarafından fethedilmiştir.Timur’un Anadolu’yu fethetmesiyle Aydınoğlu beyliği tekrar bağımsız olmuştur.Şu anda 150 akçe gelir getiren bir kaza olup Sığla sancağı’na bağlıdır.Komutanı ve kırk adet kale muhafızı vardır.Ayanı yoktur fakiri çoktur.
Kalesi düzlük bir alanın ortasından çıkan sivri kaya üzerine yapılmıştır.Etrafı yirmi bin üç yüz adımdır ve çevresinde hendek yoktur.Toplam kırk kuledir.Güney’de iki demir kapısı vardır.Önden yokuştur.Kale içinde yirmi toprak örtülü ev ve mescit vardır.Bütün sokakları yalçın kayadan kaldırımdır.
Bu kalenin içinde bir kat daha kale vardır içinde imaretten başka bir şey yoktur.Baştan başa yıkıktır ve harap binalar vardır.Kıbleye bakan kapısı sanatlı eski kapı Bizhad gibi (15. Yy’da yaşamış İranlı bir minyatürcü)
Ayasuluğ insanı parasız, sefil ve mahsülleri ambarlarında bozulur ve tuzları sulanıp erir.Ama büyük evliyaların ruhlarını barındırmasından dolayı bu şehir sakindir.Aşağı varoşta yüz adet toprak örtülü evleri , yirmi adet dükkanı ve bir mescit ve küçük bir hamamı vardır.Çarşı meydanının ortasında büyük çınarın ucunda bir ab-ı hayat kuyusu vardır ve Temmuz da buz parçası gibidir.Bütün evlerin küçük bahçesi vardır.
Bu şehrin havası çok ağır olduğundan atları ve eşekleri sıtma tutar.Ancak eskiden buranın havası gayet güzelmiş.Bu şehir idari olarak ikiye ayrılmıştır.Şehir kısmı Aydın Sancağı’na kale kısmı Sığla Sancağına bağlıdır.
Keten ve keneviri meşhurdur.Keten ve kenevirler o kadar yüksek olur ki arasında at, deve gezse kaybolur.
(Evliya Çelebi)


ST. JEAN KİLİSESİ ve TAKİP KAPISI

St. Jean Bazilikası'nın Takip Kapısı 
Bugün Yine Yerinde Yok
Bu çizimde topraklarımızdan götürülen bir başka eseri görmekteyiz.
Bugün Ayasuluk Kalesi ve St. Jean Kilisesi'nin girişi olan yer, " Takip " kapısı olarak nitelendirilmektedir literatürde.Buraya takip kapısı denmesinin sebebi eskiden kale ve kilisenin girişinin üstünü süsleyen bu kabartmalarda Akhilleus’un ( Aşil ) hayatından alınmış takip sahneleri olduğu için bu sıfatla anılmaktadır.
6. yy veya 7. yy Bizans eseridir. .

Bu kabartmalar bugün İngiltere'de Woburn Abbey Galeri'de sergilenmektedir...
Artık geri dönmesinin vakti gelmiştir aslında.Her eser yerinde anlamlı ve güzeldir.





Selçuk Efes Kent Belleği #EfesSelçuktanerelergezilir

  Selçuk Efes Kent Belleği Zaman Yolculuğu Efes Selçukluların ve Efes Selçuk’un tarihine, doğasına, insanına ilgi duyanların paylaşım noktas...