28 Kasım 2015 Cumartesi

EFES ve UNESCO HAKKINDA - SAYIN YILMAZ ÖZDİL'e İLETİLMESİ RİCASIYLA

Sayın Özdil yazılarınızın bir çoğunu ilgi ile takip etmekteyim ve çoğuna katılarak beğenmekteyim.Fakat Efes’in Unesco döneminde Avusturya Ankara Büyükelçisi  Dr. Klaus Wölfer’eyazdığınız mektuba cevaben birşeyler yazmak istedim.
Ben devletimin ve ailemin imkanları doğrultusunda Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih Bölümü, Anadolu Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm  Bölümü ve yine DEÜ’de formasyon eğitimi alarak Tarih öğretmeni ve araştırmacı sıfatında nacizane bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Selçuk/Efes’te yaşayan bir gencim.Amacım, ne sizi yerme , ne Avusturya’yı kötüleme nede birşeylerden şikayet etmektir.Amacım bazı gerçekleri kalemim ve bilgim yettikçe açıklamaktır.
Ne olacak bizdeki bu yabancı hayranlığı? Türkler’e aşağılık kompleksini kim böylesine aşıladı? Oysaki Mustafa Kemal bu algıyı yenebilmek için “ Türk Milleti çalışkandır, zekidir “ Gençliğe Hitabesini bitirirken “ Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” , “ Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi söylemleriyle bu kompleksten kurtarmak istemiştir bu milleti , Cumhuriyet Devrimleri ve icraatları bu başarıyı göstermektedir.  
Konumuza gelecek olursak, 19. Yy’ın özellikle ikinci yarısından itibaren avrupalılarca arkeolojiye ilgi hat safhaya çıkmıştır.Bu birazda genel duruma bakıldığında sanayisini güçlendirmiş maddiyaten güçlü devletlerin yarıştığı bir alan haline gelmiştir.Bu anlamda Anadolu toprakları arkeolojinin açık pazarı haline gelmiş ve akın akın hazine avcıları ile dolmuştur.İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar, Avusturyalılar dünyanın dört bir yanında arkeolojik kalıntılar aramışlardır.Kaygıları ise bilimden ziyade Avrupa müzelerini doldurmaktı.
Elbette bizden çok çok önce tarihin ve arkeolojinin farkına varmışlar ve bu konuda çalışma yapmışlardır.Osmanlı’ya bakacak olursak, 19. Yy ‘ın başlarından itibaren her alanda güçsüzleşen imparatorluğun hedefi devleti kurtarmak olmuştur. Cumhuriyet kurulana dek devlet nasıl kurtulur? sorusuna cevap aramıştır bütün yöneticiler. İşte bu konjektüre baktığımızda elbette arkeolojiyi kavramak ve anlamak gecikmiştir bu toplumda.Ayrıca, maddi olarak çöken bir devlet Avrupalıların yaptırımlarına pek fazla karşı koyamazdı.Fakat çok kere direnildi, özellikle Osman Hamdi Bey’in bir çok girişimleri ile eserler bir müzede toplatıldı ve elinden geldiğince izinler zorlaştırıldı…
Hal böyleyken Efes’e baktığımızda önce J.Turtle Wood adlı  İngiliz mühendis demiryolu yapıcaz bahanesiyle Dünyanın 7 harikasından olan Artemis Tapınağının kalıntılarını arayıp buldu ve müzesine götürdü.Hemde hazır tren yolu varken ve askeri gemiler ile…
Wood’tan sonra ise 1895 tarihinde Avusturyalı Otto Bendorf gelip Efes’te kazı yapmaya başladı ve Avusturya.’da bir Efes müzesi kurdular.Enteresan değil mi? Avusturya da Efes müzesi…bizim neden İstanbul’da yada Ankara’da onların tarihine dair bir müzemiz yok …Sömürge devletlerin ruhuna işlemiş bir şey vardır ki her açıdan sömürmeleri gerektiğini düşünürler.Kimse kimsenin babasını hayrına Efes’e para aktarıp burada bilim yapmazdı giden o eserler olmasaydı.Şimdilerde oluşmuş bir altyapıyla kazılar devlet tarafından kontrol altına alınmıştır.Gerçek anlamda bilim yapıldığı söylenebilir yani sadece eser çıkarmaya yönelik değil olan eserlerin restorasyon ile ayakta tutulmasını da sağlıyorlar.Ayrıca onlarca,yüzlerce Türk bilim insanı ve işçisi kazılarda görev yapmaktadır alın teriyle bu sıcaklarda…
Peki onca badireler savaşlar vesaire vesaire atlatıldı, neden Türkler kazı yapamıyor hala?Bizde isteriz yeterince bilim insanımız var lakin yeterince paramız hala yok, yani bu işlere aktarılcak para yok deniliyor…
Elbette bizim kendi insanımız hakkında dediklerinize bir miktar katılıyorum.Gelen turistleri yürüyen dolarlar, eurolar şeklinde görmeseydik şu an daha farklı bir boyutta olabilirdik.Zamanında günü kurtaran bazı zat-ı muhteremler yüzünden herkesi suçlu ilan edemeyiz.Yetkililerce böylesine güzel bir tarihi mekanın çevresinin düzenlenmesini ve iyileştirilmesini canı gönülden istemekteyim.Fakat, şikayet etmek en kolay iştir çözüme yönelik hareketlerde bulunmalıyız toplumca.
Unesco’ya ne kadar ihtiyacı var Efes’in , bence Unesco Efes’e girmeliydi.Unescoya girdi diye var olmadık yada ün kazanmadık, zaten dünyaca tanınan bir yer Efes ki dünyanın heryerinden insan geliyor bu antik şehri yaşamaya…Efes binlerce yıldır ordaydı ve orda olmaya devam edecek, ne siyasiler nede bizler oranın sahibiyiz herzaman gelecek nesiller oranın sahibidir.Bizlerin görevi antik şehride oraya gelenleride başımızın üstünde misafir etmemiz gerekir.Türk adet,gelenek görenekleri bunu öğretmiştir bizlere…
Hal böyleyken tüm bunlardan ziyade sadece Efes Unesco’ya girmedi Çukuriçi höyük, Meryem Ana Evi ve Ayasuluk kalesi de Unesco’da.Peki Ayasuluk kalesindeki çalışmaları Türk kazı heyetinin yürüttüğünü ve onların özveri ile çalışıp Selçuk’un simgesi olan kaleyi ortaçağdan günümüze taşıdığını biliyormuydunuz? Çok imkanla iş yapmak kolay asıl takdir, az imkanla çok iş yapmaktadır.Burdan Ayasuluk Kalesi kazı başkanı Mustafa Büyükkolancı ve ekibine teşekkürlerimi sunuyorum milletimiz adına…
Uzun lafın kısası,
Sayın Özdil olaylara geniş çerçeveden bakmayı öğretti bana tarih eğitimim ve asla sen şusun ben buyum ile çözülemediğini gördüm tarih boyunca işlerin.Artık imparatorluklar bitti, dünya eksen değiştirdi herşey paraya yönelik ve paranın esiri. Fakat unutulan bir şey vardır ki bu ülkede herkes siyasiler gibi değildir bunu Avusturyalılar kendileri bizati görmektedir biz onlar ile iç içe yaşıyoruz bu kentte, kiminin iş arkadaşı, kiminin komşusudur.Hatta eskilerden olup buraya yerleşenler dahi mevcuttur.Gelin misafirimiz olun birde burda görün işlerin nasıl yürüdüğünü.O zaman belki bu halka da bir teşekkür edersiniz…
Efes ve çevresinde gerçekten bilim yapan herkese teşekkürlerimi iletiyorum, arkeolojik eserler yerlerinde güzeldir ve birgün ait oldukları yerlere dönmeleri diliyorum…
Bir yanlışım varsa affola,
Saygılarımla…

EVLİYA ÇELEBİNİN İSA BEY CAMİİ ANLATIMI

İsa Bey Camii ve Evliya Çelebinin Anlatımı ;
 Evliya Çelebi der ki: "böyle harap şehirde cemaatsiz kalmış bir garip camidir.Kalabalık cemaati yoktur.”
Aydınoğulları Beyliğinin kurucusu Mehmet Bey’in en küçük oğlu İsa Bey tarafından hicri takvimde:776 Miladi takvime göre 1375 yılında yaptırılmıştır.13 Mart 1375’te ibadete açılmıştır. 1653- 1688 yıllarındaki depremler sonucu Caminin minarelerinden biri tamamen diğeri şerefeden yukarısı ve avludaki revakların tamamı yıkılmıştır. Bu gün doğu kapısına ait kitabe İzmir Çorakkapı Camiinin mihrabını, Kuzey kapısından alınan kitabe Kestanepazarı camiinin son cemaat mahallini, mihrap tacı Kestanepazarı Camiinin mihrabını süslemektedir. Mihrabının üzerindeki geniş kitabe frizi de Agora da saklanmaktadır. (Bu eserlerin mutlaka İsa Bey Camii'ne geri getirilmesi gerekmektedir) Tamamı yıkık vaziyette olan caminin çatısı 1975, mihrabı 1990 yılında tamir edilmiştir.İbadete ve ziyarete açıktır.

Mimarı Ali Bin Dımışki (Şamlıoğlu Ali)’dir.Caminin batı kapısı üzerindeki mermerin üzerine yazılmış farsça kitabenin, 

Türkçe tercümesi şöyledir;:
Rahman ve rahim olan Allahın adıyla
Bu mübarek caminin yapılmasını,büyük Sultan vatandaşların maliki,İslamın ve Müslümanların Sultanı,Devletin,Dinin ve Dünya’nın iftihar kaynağı Aydınoğlu Mehmet oğlu İsa buyurdu. Allah mülkünü ebedi kılsın.
Bunu Ali İbni Dımışki yaptı.Şevval ayının dokuzunda,776 (1375) yılında yazdı.
Cami,dikdörtgen plan üzerine inşa edişmiş olup büyük ölçüde Şam-Ümeyye camiinin plan özelliklerine sahiptir.
1671 yılında Ayasuluk’u ziyaret eden ünlü gezgin

Evliya Çelebi,İsa Bey camii için ;

“Öyle bir camidir ki yer yüzünde bir benzeri ancak Şam-ı Şerifte Emeviye camii ola.Kargir kubbe değildir.Servi levhaları üzerinde kurşun örtülüdür.Bütün sütunlarıda servi ağaçlarıdır.Ayasofya kadar büyüktür, ama ensizdir.Avlusu daha camidendir.O hesapca ayasofya kadar vardır.duvarları seraba beyaz mermerlerdendir.Kubbesi üstündeki kargir kubbenin için safi altın levhalarla nakışlıdır.Caminin uzunluğu 250 enliği 180 ayaktır.Cami içinde dört sütun var ki yeryüzünde benzeri yoktur.Kırmızı somaki ,zeytuni sütun görülmüştür ama mavi sütun hiç görülmemiştir.Bu sütunların yüksekliği kırkar mimari arşındır.Üçer ada mancak kucaklayabilir.Caminin 7 kapısı vardır.Sanatlı mihrabının anlatılmasından insan acizdir.Minberi ceviz levhasındandır.Meğer benzeri Sinop cami minberinde ola.Üç duvarına Esma-i Hüsna yazılıdır.Ve fidolayı güzel yazılar yazılmıştır.Ama okunması zor yazılardır.Mihrabında “ İnallahe ve melaiketuhu.” Ayeti kerimesi Hz. Peygamberin Hirka-i Şerifi sofasıdır.Bunların kafeslerini cihan ressamlarının resmetmemesi imkansızdır.Camiye güneş ışığı duvarlarındaki billur mermer ve necef camlardan ve yedi kapı üzerindeki kafeslerden girer.Ama Hirka-i Şerif İstanbuldadır.Burada yalnız sandukası vardır.Teberrüken ziyaret olunur.Bir Hz. Osman hattı Kuran-ı Kerim vardır,diye ziyaret edilir.Avlusu mermer döşelidir.Pabuç ile girilmez.Çünkü camiden sayılır.Avlunun ortasında bir büyük havuz vardır.Avlunun üç kapısı vardır.

Velhasıl yeryüzünde böyle bir işi adem oğlu yapmamıştır.Ama böyle harap şehirde cemaatsiz kalmış bir garip camidir.Kalabalık cemaati yoktur.”



Tarihin Ete Kemiğe Bürünmüş Hali: Anadolu’dur

Bugün “Antik Yunan” diye sunulan ne varsa, onun çoğu aslında Anadolu’nun etinden, kanından, toprağından beslenmiştir. Felsefenin kıvılcımı, ...