27 Mayıs 2016 Cuma

EFES HAYDUTLUĞU ( KUTSAL ARTEMİS 'TEN MERYEM ANA'YA )


EFES HAYDUTLUĞU

( KUTSAL ARTEMİS 'TEN MERYEM ANA'YA )


Hristiyanlık 4. yüzyılın sonlarında her tarafta yaygınlaşmış ve kabul görmüştür. Fakat bu adımdan sonra artık din konusunda inanış kavgaları baş göstermeye başlamıştır...

Antakyalı Nestorius ; "Meryem tanrının anası değil, İsa'nın yani insanın anasıdır". Nestorius, İstanbul Patriği olunca bu fikirlerini tüm Hristiyan Kiliselerine yaymaya çalıştı. Hatta kendisine inanan bazı din adamları "Nasturilik" denilen bir nevi mezhep kurdular. Bu eylemler karşı fikirde olanlar ile aralarında inanç kavgaları oluşmasına sebep oldu. İşte bu kavgaların büyümesiyle Hristiyanlığı kabul eden İmparator II. Teodosius (408-450), tartışmaları bitirmek için bir toplantı yapılmasına karar verdi. Bu sorun yapılacak toplantıda karara bağlanacaktı.

Toplantı yeri Efes'teki Hagia Maria Kilisesi (Çifte Kiliseler) olarak belirlendi. Bu tür dini toplantılara konsil denmektedir. Birincisi İznik'te (325), ikincisi İstanbul'da (381) üçüncüsü de Efes'te (22 Haziran 431) gerçekleştirilmiştir. 

Efes'te toplanan III. Ekümenik Konsil'e 200'e yakın Piskopos katıldı. Toplantıda Nestorius'a karşı İskenderiye Başpiskoposu Kyrillos "Meryem Tanrının anası (Theotokos) " fikrinin kabul edilmesini savunuyordu. Pek çok üye Kyrillos'u desteklediğinden Nestorius yenildi ve Mısır'a sürüldü.

III. Genel Konsil'den alınan sonuç şuydu; "Hz. İsa herkes gibi bir insan olmakla beraber doğal yapısı, tanrısal niteliği içinde tam olarak kaybolmuş ve ona yalnız tanrısal bir kimlik kalmıştır." Bu düşünce başarıya ulaşmıştı. Karşı görüştekiler az kişiydiler fakat güçlü kişilerdi. Hatta Papa ve İstanbul Patriği bile bu yeni inanışı benimsemiyorlardı.

Tartışmalar yeniden alevlendi. İmparatorun emriyle 18 yıl sonra 449 yılında Efes'te yeniden konsil toplandı. Hiç görülmemiş tartışma ve kavgalara sahne oldu.

 Bu kavgalar sırasında İskenderiyeliler fikirlerini karşı tarafa zorla kabul ettirdi. Hatta Papa'nın temsilcileri Efes'ten kaçmak zorunda kaldılar. Bu sebeplerden Konsil'e "Efes Haydutluğu" ( Latrocinium Ephesinium ) adı verildi.

*******************************************************************************

İşte Efes kenti, tarihin en önemli olaylarına ev sahipliği yapmış bir kenttir. Bu topraklar dünyaya yön veren olayları kendi içerisinde barındırmıştır.

Bu olaylardan 4 yüzyıl önce Aziz Pavlus 'un Hristiyanlık çağrısını reddeden Efesliler, 4 yüzyıl sonra Roma'nın Hristiyanlığı kabulü ve bütün putları yasaklaması Efesliler 'i derinden yaralamış olmalı.

Fakat tarihin bu döngüsü onların Meryem Ana ikonunu yaratmasına neden olmuştur. Ana Tanrıça Artemis 'e tapan Efesliler Hristiyanlığı belkide bu sebep ile kabullenmişlerdir. Artemis 'in tüm özelliklerini Meryem ana'ya yüklemişlerdir. (Kutsal bakire, koruyucu, ana tanrıça ve en önemlisi KADIN olması)  Efesliler 'in bu dini kabul etmesini sağlamıştır.

Tarihin derin okyanusları içerisinde Efes 'in kutsaliyetleri onların istekleri doğrultusunda değişmiştir. Bu topraklar Kibele 'den Artemis 'i, Artemis 'ten Meryem Ana 'yı ortaya çıkarmıştır.

Sonuç olarak bastığımız toprağın her metre karesinde dinin, kültürün ve medeniyetin izleri saklıdır. En önemlisi de Dünya da KADIN 'ı önemseyen kentlerin en önemlisi Efes 'tir.

GÜNÜMÜZ,  DÜNÜMÜZDEN DERS ALMALIDIR...

" Tarihçi Tolga MERT "













14 Mayıs 2016 Cumartesi

MÜZELER BİZİM KENT BİLİNCİMİZDİR

MÜZELER BİZİM KENT BİLİNCİMİZDİR

Yaşadıkları şehrin tarihini bilmeyenler o şehri sadece tüketeceklerdir... “
İlhan Pınar…

18-24 Mayıs Müzeler haftasıdır. Bu hafta içerisinde müzeler tanıtılır. Dolayısı ile kentlerin tarihi ve kültürü tanıtılır. Bu tanıtımları anlamak ise kentlilik bilincini geliştirerek kente sahip çıkan bireylerin sayısını arttırır.

Tarihin kaydettiği ilk müze “İskenderiye Kütüphanesi” dir. İskenderiye, bugünkü anlamda müzeler olmasa da İskender’in doğuya kadar gittiği imparatorluğun dört bir yanından topladığı eserleri, depolayan yerdi...

Tarihin kayda geçirdiği bir diğer müze ise Efes Artemis Tapınağı idi. Bu tapınakta da yine Ana Tanrıça Artemis’e sunulan hazinelerin yanında dönemin en ünlü heykeltıraşlarının en güzel eserleri sergilenmekteydi.

Müze sözcüğü ilk defa 16. Yy ’da İtalya’da “Medici” ailesinin topladığı koleksiyonların halka tanıtılmasında kullanılmıştır.

18. Yy ‘da ise herkesin yararlanabileceği modern anlamdaki ilk müze ortaya çıkmıştır. 1750 yılında dünyanın ilk resmi müzesi olan “Lüksenburg Müzesi“ kurularak Kral’a ve Saray’a ait eserler halkın ziyaretine açılmıştır. Bundan sonra Avrupa ve Amerika’da modern müzeler açılarak devam etmiştir. British Museum, Louvre Museum, gibi büyük müzelerin temelleri atılmıştır.

Bunların yanında “kent müzes, kent belleğii” diyebileceğimiz ilk müze ABD’de 1773 yılında Güney Carolina’da Charles Müzesi ilk “Halk müzesi” olarak açılmıştır.

Türkiye’de ise modern anlamda müzecilik 19. Yy’ın sonlarına doğru Osman Hamdi Bey ile başlamıştır.
İşte tüm bu çabaların ardında o toplumun kültürünün, tarihinin biriktirilme ve geleceğe aktarılma amacı vardır. Bu amaç doğrultusunda ilerleyen toplumlar yaşadıkları yerleri daha ileriye taşımışlardır. Bunu Avrupa Devletlerinde görmekteyiz. Çünkü kökenlerini iyi bilen devlet veya kentler geleceğe emin adımlarla gitme arzusu içine düşmektedirler.

Ülkemize gelecek olursak bu iş daha yeni yeni anlam kazanmaya başlamıştır. Müzelerin sadece eski eserlerin depolandığı sergilendiği yerler değil de aynı zamanda bir bellek, bir eğitim yuvası, bir bilinç merkezi, bir kültür merkezi olduğu anlaşılmaya başlanmıştır.

Kentimiz Selçuk ise küçük bir ilçe olmasına rağmen her adımda bulduğumuz binlerce yıllık medeniyet tarihi bizlere dünyanın en büyük açık hava müzesini ve iki kapalı müzeyi sunmuştur. Antik Kent Efes ve yaşadığımız kent Selçuk’un her yanı eserler ile dolu açık hava müzesidir. Bunların yanında Efes Müzesi ve Kent Müzesi geçmişten günümüze bizlere kentli olma duygusunu yaşatmaktadır.

Ailelerden ve öğretmenlerimizden ricam şudur ki; Çocuklarımıza erkenden “Kültürel Miras” bilinci aşılayıp geleceği aydınlatmaya çalışsınlar…

Son olarak bizler “Son Efeslileriz”. Bu anlamda baktığınız zaman bu kenti sömürmeyi değil, geliştirmeyi ve ileri taşımayı hedeflersiniz.




13 Mayıs 2016 Cuma

MERYEM ANA EVİNİN BULUNUŞU

MERYEM ANA EVİNİN BULUNUŞU

Meryem Ana Evi’nin bulunuşu, Vestfalya’nın bir kasabasında, Dülmen yöresinden kötürüm bir köylü kadın olan Anna Katharina Emmerick sayesinde olmuştur. Bu kadın Mesih İsa’nın ve Meryem’in hayatı hakkında bilgileri gördüğünü iddia etmiştir.

Hastanın asla tanıyamayacağı kişileri, yerleri ve olayları olağanüstü ayrıntılı bir şekilde bildirmesi, kamuoyunun ve birkaç entelektüelin merakını çekmiş, ilgi ve hayranlık uyandırmıştır. Bunların arasında, Clemens Brentano isimli Alman romantizm akımı şairi, 1818’e doğru Emmerick’in "sekreteri" olarak Dümen’e yerleşir. Aldığı notları 1842 yılında "Anna Katharina Emmerick’in görümlerine göre Meryem’in Hayatı" adlı kitapta toplar ve basar.

Bu kitabın sondan bir önceki bölümünde şöyle yazılıdır:
“İsa’nın göğe yükselmesinden sonra Meryem, üç yıl Sion’da (Kudüs), üç yıl Beytanya’da ve dokuz yıl da Efes’te yaşadı. Sen Jean, Yahudilerin Lazarus ve kız kardeşini denizde terk etmelerinden sonra O’nu buraya getirmiştir. Meryem, tam Efes’te değil; az civarında, bazı dostlarının yerleşmiş olduğu yerde oturuyordu. Evi, bir dağın tepesinde, Kudüs’ten gelen yolun solunda, Efes’ten 3,5 mil uzakta bulunmaktaydı. Bu kentin güneyinden, bir takım dar patikalar, yabani bitki örtüsü kaplı bir dağın tepesine ulaştırır. Zirveye doğru engebeli bir yayla vardır. Burası da bitki örtüsü ile kaplıdır ve yaklaşık yarım mil genişliğindedir. Meryem Ana’nın ikametgâhı işte burada kurulmuştur. Söz konusu bölge oldukça ıssızdır, şirin ve bereketli tepeler ile süslenmiş, küçük toprak aralıklarında mağaralar görülebilir; düzenli ama el değmemiş tepeleri, piramit biçiminde, gölgeli ve düzgün gövdeli seyrek ağaçlarıyla güzeldir.

Aziz Yuhanna (Jean) Meryem’i oraya götürdüğü zaman - O’nun için bir ev de hazırlatmıştı - bölgede, birtakım Hristiyan aileler ve dindar kadınlar yaşamaktaydı. Yarısı, ağaç yapılarıyla eve dönüştürülmüş mağaralarda, yarısı da çadırlarda yaşıyorlardı.”

Bu insanlar, büyük zulüm ve kıyımdan önce, yukarılara çekilmişlerdi. Aralarında birkaç yüz metre mesafe olan mağaraları mesken tutarak, doğal oyukları sığınak seçerek, ama son derece ıssız edilmiş yerleri ikamet olarak kullanmışlardı. Sadece Meryem’in evi taştan yapılmıştı. Evin arkasındaki keçiyolundan dağa tırmanılıyordu. Kayalık zirveden, adalarla bezenmiş denizi ve Efes’i görmek mümkündü. Bu ıssız yer, birkaç mil uzaklıktaki Efes’ten daha yakındı.”

Meryem’in evi 19. Yy’ın sonuna doğru 1891 yılında İzmir Fransız Hastanesi’nde bir ayinde bahsettiğimiz bölüm seslice okunurken Rahibe Maria de Mandat Grancey’in dikkatini çeker. Lazarist Henri Jung ve Peder Poulin ile birlikte bu “Vahiylerin” doğruluğunu araştırmak isterler. Kitaba ayrıntılı bir şekilde baktıklarında Efes’teki yerin en ince ayrıntısına kadar anlatıldığını gördüklerinde heyecanlanmışlardı. 

Dolayısıyla da, herkeste bütün bu beyanların gerçekliğini bizzat görme arzusu doğdu ve oraya gitmeye karar verdiler. Bu açıklamaların doğru olup olmadığını ortaya çıkarmak için yapılacak tek şey bu idi. Ekibin başına en ateşli muhalif olan Peder Jung çağrıldı. O da yanına kendisi gibi 1870 savaşlarından dönmüş olan ve Emmerick’in vahiylerine kuşkuyla bakan başka bir din adamını aldı. Bagajların taşınması için de yardımcı olarak bir demiryolu görevlisini buldu. Emmerick’in açıklamalarının asılsız olduğu iddiasıyla zavallı bir hayalperestin hayal kurmasından kaynaklanan bu sorunu kesin surette çözmek için dağı incelemeye karar vererek yola koyuldular.

Aziz Yusuf’a adanmış, Azize Martha Bayramı’na denk gelen 29 Temmuz 1891 Çarşamba günü bu küçük grup, elde pusula, kitabın işaret ettiği yöne doğru ilerledi ve dağ ile karşılaştı. Araştırmacılar sabah saat 11’e doğru bir açık alana vardılar. Orada gayretler içinde tütünle uğraşan birkaç kadın gördüler. Eğer başka koşullar altında olsalardı bu yükseklikteki bir tarlada çalışanları görmek dikkatlerini çekebilirdi. Oysa bunlar yorgunluktan ve güneşten perişan olmuş ve bitmiş bir halde hep bir ağızdan “Su... Su...” diye bağırdılar. Kadınlar “Suyumuz hiç kalmadı. Ama manastıra inerseniz bulursunuz” cevabını verdiler. On dakikalık bir uzaklıkta bulunan küçük bir ormanı elleriyle işaret ettiler. Kafile derhal o yöne doğru hareket etti.

Devam eden araştırmacılar, su kaynağının yanı başında, ağaçlar altında yarı saklı bir evin, daha doğrusu bir kilisenin kalıntılarını görünce hayretlerini ifade etmekten kendilerini alamadılar.  Düşünceleri hemen Emmerick’in kitabına yöneldi. Açık alan, kalıntılar, zirvedeki kayalar, arkada dağ, önde deniz...

“Aradığımız ev gerçekten bu muydu?” diye düşündüler. Heyecan doruktaydı ve emin olmak gerekiyordu. Emmerick diyordu ki: “Evin bulunduğu dağın tepesinden, bir yandan Efes’in bir bölümü ve diğer yandan da daha yakında bulunan deniz görünür”. Yorgunluklarını, sıcağı ve susuzluğu unutan kafile, derhal yamaca tırmanıp tepeye ulaştı. İşte orada, sağda Ayasuluk (Selçuk), Panayır Dağı ve Efes’i nal şeklinde çevreleyen ova, solda deniz ve çok yakında Sisam Adası görünüyordu. Artık hiç şüphe yoktu. Evin etrafında günlerce süren çalışmalar yapıldı ve İzmir’e dönüldü. Buradaki herkese de olayın heyecanı ile bulduklarını anlattılar.

1 Aralık 1892’de İzmir (ve Efes) Piskoposu Mons. Andrea Timoni, kendisine nakledilenleri bizzat yerinde değerlendirme arzusuyla, aralarında din adamlarının da bulunduğu grubu ile birlikte Bülbül Dağı’na çıktı. Böylece gördüğü evle Emmerick’in tanımlamaları arasındaki benzerliği bizzat kontrol etme olanağı buldu. Şaşkın ve hayran bir halde hemen resmi bir belge hazırladı. Bu belgede;
“Olayı Hristiyan dünyasına açıklama vakti gelmiştir. Meryem’in Efes’te yaşadığı süre boyunca ikamet ettiği evin, gerçekten o ev olup olmadığı değerlendirmesini bizzat sizler yapacaksınız”
diye yazıyordu.

Papa VI. Paul’un 1967’deki ziyaretinden sonra, her yıl Ağustos ayının 15. gününde ayinler düzenlenmekte ve buraya gelen Hristiyanların hacı olduklarına inanılmaktadır.


Tarihçi Tolga MERT 



2 Mayıs 2016 Pazartesi

İncil’de “Efes, Artemis Olayları ve Gökten Düşen Gizemli Taş"

İncil’de

 “Efes, Artemis Olayları ve Gökten Düşen Gizemli Taş"

İncil Hristiyanlarca kutsal olduğu kadar aslında tüm dünya için tarihsel bilgiler de  içeren bir kitaptır. İncelediğimizde Efes için önemli olayları net bir şekilde bizlere aktarmaktadır.
Aziz Pavlus Efes’e geldiğinde öğretilerini yaymaya uğraşırken problemler ortaya çıkmaya başlamıştı 

İşte bu olayları “Elçilerin İşleri 19 'da bizlere sırasıyla aynen şu şekilde aktarmaktadır;
Efes'teki Kargaşalık
23 O sırada İsa'nın yoluna ilişkin büyük bir kargaşalık çıktı.
24 Artemis Tapınağı'nın gümüşten maketlerini yapan Dimitrios adlı bir kuyumcu, el sanatçılarına bir hayli iş sağlıyordu.
25 Sanatçıları ve benzer işlerle uğraşanları bir araya toplayarak onlara şöyle dedi: “Efendiler, bu işten büyük kazanç sağladığımızı biliyorsunuz.
26 Ama Pavlus denen bu adamın, elle yapılan tanrıların gerçek tanrılar olmadığını söyleyerek yalnız Efes'te değil, neredeyse bütün Asya İli'nde* çok sayıda kişiyi kandırıp saptırdığını görüyor ve duyuyorsunuz.
27 Hem bu sanatımız saygınlığını yitirmek tehlikesiyle karşı karşıyadır, hem de ulu tanrıça Artemis'in Tapınağı'nın hiçe sayılması ve bütün Asya İli'yle bütün dünyanın tapındığı tanrıçanın, ululuğundan yoksun kalması tehlikesi vardır.”
28 Oradakiler bunu duyunca öfkeyle doldular. “Efesliler'in Artemisi uludur!” diye bağırmaya başladılar.
29 Kent büsbütün karıştı. Halk, Pavlus'un yol arkadaşlarından Makedonyalı Gayus ve Aristarhus'u yakalayıp sürükleyerek birlikte tiyatroya koşuştu.
30 Pavlus halkın arasına girmek istediyse de, öğrenciler onu bırakmadı.
31 Hatta, Pavlus'un dostu olan bazı Asya İli yöneticileri ona haber yollayarak tiyatroda görünmemesi için yalvardılar.
32 Tiyatrodaki topluluk karışıklık içindeydi. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Çoğu ne için toplandığını bile bilmiyordu.
33 Yahudiler İskender'i öne çıkarınca kalabalıktan bazıları olayı ona bağladı. Eliyle bir işaret yapan İskender, halka savunmasını yapmak istedi.
34 Ama halk kendisinin Yahudi olduğunu anlayınca hep bir ağızdan yaklaşık iki saat boyunca, “Efesliler'in Artemisi uludur!” diye bağırıp durdu.
35 Kalabalığı yatıştıran kent görevlisi, “Ey Efesliler” dedi, “Efes Kenti'nin, ulu Artemis Tapınağı'nın ve gökten indirilen kutsal taşın bekçisi olduğunu bilmeyen var mı?
36 Bunları hiç kimse inkâr edemez. Bunun için sakin olmanız ve düşüncesiz bir şey yapmamanız gerekir.
37 Buraya getirdiğiniz bu adamlar, ne tapınakları yağma ettiler, ne de tanrıçamıza sövdüler.
38 Dimitrios ve sanatçı arkadaşlarının herhangi birinden şikâyeti varsa, mahkemeler açık, yargıçlar da var. Karşılıklı suçlamalarını orada yapsınlar.
39 Soruşturacağınız başka bir durum varsa, bunun yasal bir toplantıda çözümlenmesi gerekir.
40 Bugünkü olaylardan ötürü ayaklanma suçundan yargılanmak tehlikesindeyiz. Hiçbir gerekçesi olmayan bu kargaşanın hesabını veremeyeceğiz.”
41 Bunları söyledikten sonra topluluğu dağıttı.



19:35’te Efes Belediye Yazmanının söyledikleri oldukça ilginçtir.

“Ey Efesliler, Efes Kentinin, ulu Artemis Tapınağının ve gökten düşen kutsal taşın bekçisi olduğunu bilmeyen var mı?

Demek ki; Artemis Tapınağı’nın içinde bu gök taşı korunmaktadır. Yahut bir ihtimal Artemis Heykelinin bu gök taşından yontma olasılığı düşünülebilir. Efesliler ’in bu tanrıçaya böylesine kutsiyet ve tapınma gücü bahşetmelerinin ardındaki sebep belki de bu taşın gökten geldiğinin somut olarak bilinmesidir. 
Düşünsenize iki bin yıl önce gökten bir cisim düşüyor Efes’e, ne yapardınız?

Belki de böylesine görkemli bir tapınağın yapılmasının ardında bu gizemli taş yatmaktadır. Ne dersiniz? …

Tarihçi Tolga MERT 







Selçuk Efes Kent Belleği #EfesSelçuktanerelergezilir

  Selçuk Efes Kent Belleği Zaman Yolculuğu Efes Selçukluların ve Efes Selçuk’un tarihine, doğasına, insanına ilgi duyanların paylaşım noktas...