23 Kasım 2015 Pazartesi

EFESLİ RUFUS - HEKİM VE ANATOMİST

“ EFES' Lİ RUFUS ”
- Hekim ve Anatomist -
Rufus Efes’de doğmuş ve tıp eğitimini burada almıştır. İskenderiye’de de eğitim alan Rufus’un yaşamının bir döneminde Roma’da bulunduğu varsayılmaktadır. Tıp mesleğini Efes’te icra eden Rufus’un yaşadığı dönem Trajan Dönemi (M.S. 98-117) (M.S. 53-117) olarak rivayet edilmektedir. Rufus yaklaşık olarak Galen’in (Deneysel fizyolojinin kurucusu ve dünyanın ilk spor hekimi ) Bergama’da dünyaya geldiği yıllarda yaşamını yitirmiştir .
Efesli Rufus, Galen’den sonra Roma İmparatorluğunda en önemli Yunan hekim ve anatomisttir . Yazılarından anlaşıldığına göre Rufus, hem pratik uygulama yapan bir hekim, hem de bir hocadır . Efesli Rufus’un çalışmaları Herophilus ve Erasistratos’un çalışmalarını temel almıştır. Galen’e göre Rufus Hipokratik eserlere derinlemesine egemendir . Aristoleles’in felsefesinden etkilendiği görülmektedir. Eserlerinde her bir hastalığın varyasyonlarını büyük bir özenle göstermiştir. Detaylı bir şekilde tedavileri de anlatmıştır.
Rufus maymunlar ve domuzlar üzerinde anatomik çalışmalar yapmıştır . Rufus’un en kayda değer gözlemi nabız ve kalp atımı-sistol arasındaki bağıntıyı ortaya koymasıdır . Nabız üzerine kısa kitapçığı önemlidir, çünkü nabzın güzel bir tarifini içermekte ve kalp atımı ile nabız bağıntısına güzel bir vurgu yaparak, bunun özellikle sistolle ilişkili olduğunu belirtmiştir. Bu kitapçık ilk olarak patolojiyi, anatomi ve fizyolojiye temellendirme girişimi olarak değerlendirilmektedir. Optik kiyazmayı ilk kez tanımlamış, gözün geliştirilmiş bir açıklamasını (lensden söz etmiştir) yapmıştır.
Motor ve duyu sinirleri arasındaki farkı ortaya koymuş, sinir sisteminin geniş etkilerini anlamıştır. Ruelle, olasılıkla seleflerinin gözden kaçırmış olduğu uterus kavitesinde bulunan bazı damarları Rufus’un gösterdiğini Clinch’e dayanarak bildirmektedir . İnsan anatomisine dair bir çalışması karaciğerin en eski beş loblu tanımını içermektedir. Koyunun over kanalını (oviduct) tanımlamıştır. Günümüze ulaşan kitaplarından Basit Anatomi Kitapçığı (Elementary Treatise of Anatomy) anatomi terminolojisine ilişkin en eski kitapçıktır.
Pek çok hastalık ve semptom onun tarafından tanımlanmıştır. Hijyen konusunda önerilerde bulunmuştur. Cerrahisinin en önemli bölümü hemostaza dair yöntemlere ilişkin açıklamalarıdır. Tıbbi botanik alanında da isim yapmıştır. Albrecht von Haller (1708-1777) sayesinde botanik anatomi ve terapötik alanındaki çalışmalarının kıymeti anlaşılmıştır .
Böbrek hastalıkları konusunda yazılmış olan ilk kitap "Böbrek ve Mesanenin Hastalıkları" Efesli Rufus tarafından birinci yüzyılın sonunda yazılmıştır .
Efesli Rufus’un günümüzde ulaşılabilen yazılı eserleri Gul. Clinch tarafından Londra’da 1726 yılında De Vesicae Renumque Morbis, De Purgantibus Medicamentis, De Partibus Corpis Humani, Nunc Iterum Typis Mandavit adıyla bir araya getirilmiştir. Eserler daha sonra Charles Daremberg ve Ch. Emile Ruelle tarafından 1879’da Paris’de Yunan çalışmalarına dair Yunan ve Arap kaynaklarından derlemeleri içeren şekilde Fransızca çevirisi ile birlikte hazırlanmıştır. Almanca çevirisi ise Anatomishe Werke des Rhuphos und Galenos adıyla Robert von Töply tarafından Weisbaden’de 1904’de yapılmıştır.
Felsefe, astronomi gibi alanlarda eserler veren diğer meslektaşlarının aksine, Rufus yalnızca tıbbi konular üzerine yazmıştır. Motor ve duysal sinirleri bağ dokusu yapılarından kesin olarak ayırarak, optik kiyazmayı ve vagus sinirini tanımlayarak nöroanatomi alanına önemli katkılarda bulunan Rufus, Anadolu topraklarında yetişmiş önemli hekimlerden birisidir.
Ayrıca
Göz ve gözün yapısı ile ilgilenmiş ve göz lensini ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bilindiği gibi, lensin fonksiyonu ile ilgili ilk önemli bilgiler için 16. yüzyıldır. 16. ve 17. yüzyılda, lens ve kırılma konusunda yapılan çalışmalar sonucunda (Realdo Colombo, Descartes ve Newton), göze gelen ışık ışınlarının lenste kırıldığı belirlenmiştir. Fotoğrafçılıkta kullanılan lenslere onun adı verilmiştir.
RUFUS adı Romalılar arasında çok görülen bir ad ve Latince anlamı kırmızı-sarışın'dır. Büyük bir ihtimalle kızılsaçlı olduğu için bu isim verilmiştir.
İşte bu topraklardaki kadim insanlar böyle işlerle uğraşırlardı. Bizler ne yaptık tabiki de ilgilenmedik ve başka milletlerden insanlar bunlara sahip çıktı ve ilerleyişine ivme kazandırdı. Sahip çıkmayı bırak çoğumuz bilmiyorduk dahi böyle insanların Efes’te yaşadığını…
Efes sadece bizlerin turist çeken tarihi antik kentlerden birisi değildir. Aynı zamanda dünyanın en önemli bilim insanlarının yetiştiği verimli topraklardır. Dünyanın her alanda bugünkü konuma gelmesinde Efesliler’in katkısı heralde en önemlilerdendir.
Herzaman söylerim, Efes dünyanın her alanda merkezi niteliğinde bir noktadır. Yine bu toprakların değerini bilmemiz ve ne kadar şanslı olduğumuzu görmemiz gerekmektedir.
Tarihçi – Tolga MERT


KEÇİ KALESİ - GÖKYÜZÜNDEKİ KALE - BELEVİ

Gökyüzündeki Kale
Keçi Kalesi
İzmir-Selçuk karayolu üzerinde Selçuk’a 9 Km, Belevi’ye 2 Km. mesafede, Belevi Köyü’nün tam karşışında ki Alaman Dağı’nın 300 m.’lik zirvesinde bulunan Keçi Kalesi, sırtını gökyüzüne yaslamış tarihe ve insanlığa meydan okuyan bir savaşçı edasındadır sanki…
Stratejik bir konumda bulunan kale, Helenistik dönemde (MÖ.300-MS.20) yapılmış, daha sonra Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’lar tarafından da kullanılmıştır. Menderes Ovası’na hâkim bir noktada Sardes yolunu kontrol altında tutan bir gözetleme ve kontrol kalesi niteliğindedir. Sardes ticaret yoluna gözcülük amacıyla ve Ayasuluk Kalesi’ne kuzeyden gelecek saldırıları önceden görüp haber vermek için kullanılmıştır.
Kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılan kalede yer yer moloz taş ve tuğla da kullanılmıştır. Kale iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. İç kalenin kuzeyinde depolar bulunmaktadır. Kalenin kuzeydoğusunda yaklaşık 1 Km. mesafede bulunan su sarnıçları da yıkık durumdadır.
Efsanesi çok olan bir kaledir fakat en kabul görüleni şöyledir;
“Tarihte bir türlü fethedilemeyen kale, dahiyane bir fikir sayesinde hiç kan dökülmeden kolayca zapt edilmiştir. O güne dek kuşatılıp bir türlü zapt edilemeyen kale için gece olması beklenmiş. Çevreden toplanan binlerce keçinin boynuzlarına şamdanlı fenerler bağlanıp kaleye doğru yamaca sürülmüş. Kale görevlileri gece karanlığında kendilerine doğru gelen keçi sürüsünü kalabalık bir ordu zannederek kaleyi terk edip, arka kapısından kaçınca kale kolayca zapt edilmiş. Bu nedenle keçiler sayesinde alınan bu kaleye de, Keçi Kalesi ismi verilmiş.”
Bildiğiniz gibi tüm kaleler fethedilmeleri içindir. Keçi Kalesi’de, önce Timur’un orduları, sonra Aydınoğulları ve en sonunda da 1426 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş. 18. Yüzyıl sonuna kadar küçük bir garnizon olarak kalmış ve 19. Yüzyıl başlarında da terk edilmiştir.
Keçi kalesi, manastır olarak kullanılmış olabilir… !
Son zamanlarda Keçi Kalesi için yapılan arkeolojik araştırmalar, burasının bir manastır olabileceği yönünde yoğunlaşıyor. Bu kadar yüksekte bulunan bir kalenin fonksiyonel olarak bir işe yaramayacağını savunanlar, manastır konumunun daha uygun olduğunu düşünüyorlar. Bilindiği gibi manastırlar gözden uzak ve ulaşımı zor yerlere yapılırdı. Çevreden topladıkları fakir ve kimsesiz çocukları alır bu mekanda eğitip din adamı olarak yetiştirdikten sonra çevreye yollayarak, hristiyanlığın yayılmasına katkıda bulunurlardı.
Keçi Kelesi’ni çekim merkezi haline getirdiğimizi bir düşünelim !
Peki nasıl?
Keçi Kalesi`nin bir an önce koruma altına alınarak restore edilmesi gerekmektedir. Aslına uygun bir şekilde restore edilerek, ışıklandırılsa, antik patika yolu için iyi bir düzenleme yapılsa yani ulaşımı birazda olsa kolaylaşsa ve küçük otantik kafe yapılsa turistler için vazgeçilmez bir yer olabilir.
Güneşin batışı ve doğuşunun en güzel göründüğü yerlerinden birisidir bu kale. Kuş bakışı manzarasıyla da menderes nehrinin kıvrımlarının en güzel göründüğü yerdir. Bu manzaralar karşısında çayını yada kahvesini yudumlayan birisi, huzura kısa sürede olsa erişebilecektir.
Bunun adına da huzur turizmi denilecektir…
Ulaşılamayan her şey insana çekici gelmektedir. Bu çekicilik ise Keçi Kalesi’nde fazlasıyla vardır.
Tarihçi – Tolga MERT

İzmir/Selçuk/Belevi 


Tarihin Ete Kemiğe Bürünmüş Hali: Anadolu’dur

Bugün “Antik Yunan” diye sunulan ne varsa, onun çoğu aslında Anadolu’nun etinden, kanından, toprağından beslenmiştir. Felsefenin kıvılcımı, ...