31 Aralık 2015 Perşembe

Neden yılbaşını Ocak ayının birinci günü kutlarız?

Neden yılbaşını Ocak ayının birinci günü kutlarız?
Antik toplumların genelinde yeni yıl kavramı yaşadığı coğrafyaya bağlı olsa da yeni yıl ilkbahar ekinoksu olarak kutlanır. Yani yeni yıl, doğanın kendisini yenilemesine bağlıdır aslında. Bu bağlamda birçok antik medeniyetlerin festivaller ile bu dönüşümü kutladıkları kayıtlara geçmiştir…
Ocak ayının yılbaşı olmasının temelleri Roma İmparatorluğu döneminde atılmıştır. Romalılar için yılın başı tüm antik topluluklarda olduğu gibi bahar ekinoksudur. Roma’nın kurucusu Romulus tarafından oluşturulan takvimde 1 yıl, bahar ekinoksu ile başlar ve 304 gün sürerdi. M.Ö 8. Yy’da oluşturulan bu takvimde zaman içinde döngüsel problemler baş göstermeye başlamıştı.
Jullius Caesar M.Ö 49’da bu problemleri dönemin ünlü astronomları ve matematikçilerine danışarak çözme kararı almış ve bugün bizim kullandığımız Gregoryen takvimin temeli olan Julien takvimini oluşturmuştur.
Bu yeni takvimin ilk ayı içinse Roma mitolojisinin ikiyüzlü tanrısı “Janus” temel alınmıştır. Sebebi ise Jenus’un Değişimin ve başlangıcın tanrısı olmasıdır. İki yöne bakan yüz ile tasvir edilen Janus, bu tasvirde bir yönü geçen yıla, bir yönü de gelecek yıla bakmaktadır. Yani yılın başlangıcıdır. Jullien takvim de bu sebeplerden ötürü “Januarius” olarak belirlenmiştir. Batı dillerinde january (Ocak) ay isimleri de bu konseptten türemiştir. Yani Ocak ayının kökeni Janusdur.
Jullius Caeser da yeni yılı Janus için Ocak’ın 1’ini yeni yıl olarak belirlemiştir.
Romalılar yeni yıllarını Janus’a adaklar sunarak evlerini defne yaprakları ile süsleyerek, tanrılardan iyi bir servet dileyerek, birbirlerine incir vererek ve bal alışverişi yaparak yeniden bir başlangıç olarak kutluyorlardı.
Türkiye’de ise, Cumhuriyet’ten sonra 1926’de “Milâdî Takvim” kabul edilmiş, 1342 Ocak ayının 1. günü, 1926 yılının 1. günü olmuş ve böylece yılbaşı batı ülkelerindeki gibi Ocak ayı başına getirilerek dünyanın genel kesimine entegre edilmiştir.
Yani aslında geçirilen bu evreler dünya da düzenin doğru bir şekilde ilerlemesi için yapılmıştır. Bütün dünya yeni yıla birlikte girmektedir. Gelenek göreneklerine göre yapılan kutlamalar farklılaşır sadece.
Yeni yıla girerken Romalılar gibi benden herkese incir…
Dilimiz, dinimiz, ırkımız her ne olursa olsun ortak noktamız insan olmamızdır ve insanoğluna verilen bu aklı kullanmamızdır.
2017 yılı önce kentime, sonra ülkeme, sonra da dünyaya SAĞLIK, MUTLULUK, BEREKET ve EN ÖNEMLİSİ “BARIŞ” Getirmesi dileklerimle …
Mutlu Yıllaaarrrrr …
Tarihçi Tolga MERT


23 Aralık 2015 Çarşamba

Evliya Çelebi'den Ayasuluğ'un Genel Görünümü

Evliya Çelebi'den Ayasuluğ'un Genel Görünümü -
Evliya Çelebi 1671 yılında Ayasuluğ kentine geldiğinde, genel görünümünden öyle bir bahsetmiştir ki, bu anlatım kadim Efes kentin büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Anlatımından anladığımıza göre bugün halkın kale kapısı dediği, literatürde “takip kapısı” olan St. Jean Kilisesi’nin girişinden şehre baktığı anlaşılmaktadır. Okurken Hayal edin kendinizi o dönemde Evliya Çelebi’nin yanından kente bakıyorsunuz !
“Bu kapıdan dışarıda aşağı varoşta ibretlik yapılar var ki dillerle anlatılmaz. Hemen eski zamanda ne kadar işlek şehir idiği şundan belli ola ki hala yapı kalıntıları içinde görülebilen 300 hamam, 7 bedesten, 700 kargir yapı han, 20 bin dükkan, 3 bin mescid, 800 cami, 200 medrese, 70 aşevi imaret, 300 akarsulu çeşme, 1.500 sıbyan mektebi, nice yüz bin ayan sarayı ve nice yüz bin ev kalıntıları vardır. Şehrin doğusunda göklere doğru uzanmış gökkuşağına benzer yüksek su kemerleri var ki hala bir padişah bir kemerini yapmaya kadir değildir. Bu gibi büyük binalar var ki görenin aklı perişan olur. Bu binaların hepsi beyaz mermerler ile yapılıdır. Harabelerinin içinde nice bin Ayasofya sütunları gibi mermer somaki ve zenburi sütunları var ki yerlere serilip yatar. Ve nice bin Kisra kemeri gibi kemerler, havuz ve şadırvanlar harap olmadadır. Hatta İstanbul’da Süleymaniye ve Yeni Cami içinde olan ibretlik sütunlar ve değerli acayip taşlar tamamen bu şehirden gitmiştir”.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin 9. Kitabının 152. Sayfasında geçen bu anlatım ile kadim Efes-Ayasuluğ kentinin dillere destan bir kent olduğu anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi tam net sayı olmasa da tahminleri üç aşağı beş yukarı yakındır. Anlaşılan baya bi tecrübe kazanmış göz kararı tahminlerinde Evliya Çelebi. Fakat abartılı anlatımlarını hiçbir zaman elden bırakmamış.
Medeniyetlerin, bilimin, kültürün, dünyanın değişimlerinin seyahat ettiği kenttir Ephesos (Efes) …
Vaktiniz olursa yine Takip Kapısı’nın önüne gelin ve bir seyre dalın Selçuk-Efes’i .
Tarihçi - Tolga MERT

19 Aralık 2015 Cumartesi

AMAZON KADINLARI ve ARTEMİS

AMAZON KADINLARI ve ARTEMİS

Yunanlı tarihci-yazar Aiskhylos, onlar icin "Savaşcı Amazonlar,erkek duşmanlarıdır.” demektedir. Amazonlar, av ve savaş ile uğraşarak yaşamakta ve erkeklerle beraber yaşamaya gerek duymamaktaydılar.
Yine de soylarını sürdürebilmek için erkeklere ihtiyaçları olurdu. Bu gereksinimleri için bile asla erkeklere boyun eğmemişlerdir. Amazonların ilk dönemlerinde erkekler de kavim içinde bulunurdu. Amazonlar, onlardan sadece köle ve uşak olarak yararlanıyor, onları diledikleri gibi kullanıyorlardı. Fakat daha sonraları erkekleri toplumlarından çıkartarak kapalı bir toplum halini almışlardır. Sadece çiftleşme içgüdüsüyle zaman zaman erkekler ile bir araya gelirlerdi. Savaşçı olan bu toplum, daha küçük yaşlarda zorlu eğitimlerden geçerlerdi. Hatta en çok kullandıkları savaş aleti olan ok ve yayı rahat kullanmaları için sağ göğsünü zorunlu ameliyat eder ve kesilen yeri ateş ile dağlarlardı. Bunun dışında tüm savaş aletlerini kullansalarda en önemlisi çift yüzlü balta, yani Labris’tir.

Sosyal yaşamlarında aslında tam bir kadın tam bir anadır Amazonlar. Kız çocuklarını kendileri yetiştirirlerdi. Savaşırlarken dahi, kısa ve uzun etek giymişlerdir.Erkek egemen Yunan tanrılarının hepsine düşman olmuşlardır. Bu özellikleriyle ana tanrıça kültünün peşinden gitmişlerdir.

Buna Artemis ve Efes’te ki tapınağı, örnek olarak verilebilir. Bu gorkemli tapınağın ilk halinin Amazonlar tarafından yapıldığını söyleyen kişi Tarihçi Pausanias'dır. Amazonların bu ilk tapınaklarında Ana Tanrıça’ya kurbanlar sunduklarını da yazılmıştır, ceşitli tarihi kaynaklarda.

Yazar Pausanias’ın anlattıklarına gore;
Zaman içinde tamamlanan bu muhteşem tapmakta, Amazonlara saygı amacıyla yapılmış bir Amazon anıtı da bulunmaktadır. Burada bulunan heykelleri İlk Cağ’ın en unlu heykeltıraşları tarafından yontulmuştur.

Pausanias, Amazonların dini hakkında cok önemli bilgileri kaydetmiştir. Ana Tanrıca'nın ilk rahibeleri olan kadın savaşcıları tanımlarken, onlara bir çeşit "arı” olan Melissa denildiğinden de söz etmiştir.
Artemis, Ana Tanrıca’nın cok goğüslü heykeli, dikkat çekicidir. Bu konuda ceşitli teoriler ortaya atılmıştır.
Bazı araştırmacılar; Artemis’in göğsünde bulunan çıkıntılara "memeler" demekte, bazıları bu çıkıntıları "bal peteği” olarak yorumlamakta bazıları da boğa billurlarının tanrıçaya kurban sırasında boynuna asıldığı yönünde yorumlamaktadır. Amazon dininin rahibelerine bir ceşit arı adının verilmesi bu çıkıntıların niteliği konusunda bir fikir verebilir. Bal ve arıcılık Antik Çağ Anadolu bölgesinde oldukca yaygın olarak yapılan bir işti. Eski pagan tanrılarının bazıları, ornek olarak "Tanrı Priapos" balı yoneten bir tanrıydı. Balın cinsel güç ve yaşam vericiliği de buradan gelmektedir.

Tarihci Pausanias’ın anlattıklarına gore; dinsel torenleri Hippo adındaki başrahibe yönetmekteymiş. Amazon savaşcı kadınları, Ana Tanrıca heykelinin etrafında silahları ile birlikte dans etmekteymiş. Dans sonrasında ise koro meydana getirip şarkılar soylerlermiş. Bu danstan İskenderiyeli şair Kallimakhos da söz etmiştir. Onun anlatımına gore;
Amazonlar, Artemission'un ilk halinde, tanrıca adına diktikleri heykelin çevresinde silahlar ile dans yapmaktaymışlar.

İşte Amazon kadınları böylelermiş…

Dünya da çoğu zaman erkek egemen olmasına karşın Anadolu, tarihin her döneminde böylesine yiğit kadınlar ortaya çıkarmışlardır. Kimi zaman Amazon kadını Penthesilea’dır,Antiope’dir. Kimi zaman Kurtuluş Savaşında Kara Fatma’dır. Kimi zaman da kağnısıyla cepheye mermi taşıyan Elif kadındır, Nene Hatundur… Hepsi Anadolu kadınıdır, dolu dolu yürekleri ve cesaretleriyle bu toprakların kadınıdır…


Tarihçi Tolga MERT 


16 Aralık 2015 Çarşamba

SELÇUK'TA KÜTÜPHANE Mİ?

SELÇUK'TA KÜTÜPHANE Mİ?
Kimsenin derdi değil ama yine de bir değinmek istedim…
Dünyanın bildiği Efes ve onun bildiğimiz en güzel silületi Celsus Kütüphanesi denilen yerde günümüzden iki bin yıl öncesinde 14.000 parşomen kitaba ev sahipliği yapmış bu toprakların, iki bin yıl sonra bir kütüphanesi olmaması sizce komik değil mi?
Hemde trajikomik !
Ama pardon 2012 yılına kadar belediye bünyesinde belediye binası içerisinde bir kütüphanemiz vardı kimse gitmesede görmesede … Sonra belediyenin büyümesi ve arşiv yeri gereksinimi sebebiyle kütüphane kapatılmış ve 15.000 kitap kutulanarak depoda kendi haline bırakılmıştır. Nede olsa belediyenin arşiv işler daha önemli, bir neslin kitap okumasından.
Kim bilir kaç nesil kitap okuma duygusunu bilmeden, kitaplara dokunmadan geçiyor bu kentte. İlginin olmayacağını düşünebilirsiniz böyle bir yere. Fakat bunu çekici kılacakta yine bu işlerle görevli kişiler. Kitapların sıkıcı olmadığını anlatmakta. Daha temelden bu eğitimi vermemiz gerekmektedir güzel halkımın güzel insanlarına. Bu yüzden klasik memur zihniyetli insanlar değil, bilinçli, halkını, kentini seven yaratıcı ve üretken kişiler bu işlerle uğraşmalıdır.
Çünkü insanı en iyi kitaplar eğitir, insanlığı da en iyi bu kitapları okuyanlar…
Şikayet etmek zaten ata sporumuz, benim amacım eleştirdiğim konulara çözümde getirebilmek.
İsabey Okulunun merdivenlerinden çıktığımızda biraz yürüyünce sola döndüğümüzde karşımıza “Ayasuluk Kitaplığı” çıkmaktadır. Bu yapı, 14. Yy. Aydınoğlu Beyliği yapısıdır.Bizler adına Kitaplık demişiz. Neden burasını halka açık kütüphane olarak kullanmıyoruz. Ben hatırlıyorum okula başladığım ilk yıllarda burada çeşitli kitap ve elişi etkinlikleri yapılıyordu. Yaratıcılığımızı ayakta tutacak, zihnimizi sürekli çalıştıracak işler yapılıyordu burda. Hemde yabancı uyruklu kişiler tarafından. Benimde severek gitmişliğim var buraya.
İyi bir çalışma ile burasını çok güzel bir kütüphane yapmak kentimize yakışmaz mı?
Ha diyorsak ki paramız var napsak diye?
Celsus Kütüphanesi’nin mimarisinin benzerini yaparak bütün dünyaya örnekte olabiliriz… Bu biraz fazla gelebilir bizlere …
Sonuç olarak aciliyetten bir kütüphane gereksinimi vardır kentimize öyle yada böyle. Fakat dediğim gibi lütfen çocukları kitaptan soğutacak yerler olmasın, sadece kütüphane yaptık demek içinde olmasın. Gerçekten etkin, yaratıcı, işini seven kişilere emanet edilsin böyle yerler, tabi yapılırsa...
Çünkü,
Dünyayı yöneten kalem, mürekkep ve kağıttır…
Jonathan Swift
Tarihçi - Tolga MERT


14 Aralık 2015 Pazartesi

Şahabettin SİVASİ ( Şahabettin DEDE) - Türk Bilgini

Şahabettin SİVASİ ( Şahabettin DEDE) - Türk Bilgini
Son Efes'in bilginlerinden.
Selçuk'ta büyük küçük herkesin bir dönem bile olsa bu türbeyi ziyaret etmiş olması muhtemeldir.Genel Türk toplumumuzun bu tip yerlere saygı ve hatta sevgi gösterdiğini bilmekteyiz.Hatırladığım kadarıyla da türbenin açık olduğu zamanlarda ağaçlara ve kapısına çaputlar bağlanmaktaydı.Daha sonraları kapısı kilitlenmiştir.Ziyaret ettiğinizde dışarıdan görebilirsiniz.Kare planlı türbe zamanla tamirlerle özelliğini kaybetmiş olsada görülmeye değerdir.Şehrimizi içinde olan bu türbeye dikkat çekmek isterim.
Anadolu Selçuklu Beylik liderlerinden ve Aydın sancak beyi Halil Yahşi Bey’den gördüğü yakın ilgi nedeniyle Ayasuluk’a yerleştiği bilinen Şehabettin Dede, Sivas’ta Balaban Bey’den kırk sene ders görmüş ve Sivas’tan geldiği için Sivasi olarak anılmıştır.
Şehabettin Dede bilinenin aksine, Sivas kökenli değildir. Bu konuda en önemli kaynaklarımızdan birisi olan
Evliya Çelebi Şehabettin Sivasi için şunları kaydeder:
“Sivas’ta Danişment oğullarından Melik Beyzade Cenani Bey’in kölesidirki Gürcistan’da Dadyan asıllı imiş. Sivas’ta Balaban Bey’den kırk sene ders görmüş ve Şehabeddin-i Sivasi adını almıştır. Sonra Bursa’ya gidip Zeyneddin Hafi hazretlerinden batın ve ledün ilimlerini tamamlamış,Onun izni ile Şeyh tefsiri diye çok muteber tefsiri yazmıştır.
” Diğer önemli kaynağımız olan Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba ise Şehabettin Dede için şunları kaydeder:
“Sivas’lı Şehabüddin Baba, Zeyniyye Tarikatında iken sonradan Bektaşilikten nasip almıştır. Aydın oğlu Mehmet zamanında Ayasuluğ (şimdiki adı Selçuk)’a gelmiş,860 Hicri de orada Hakk’a yürümüştür.
Kadınlar kendisine “Havlucu Baba” diyorlar ve Horoz adıyorlar. İki ciltlik tefsir ve Risale – tün -Necat adlı eserleri vardır.Cezzab-ül-kulüb adlı tasavvufi eseri yanında başka yapıtları da bulunmaktadır.” 1378 yıında Ayasuluk’ta vefat etmiş ve burada defnedilmiştir.
-Kitabesinde:
“Leyletü’l Ehad fı yevmi’s sani min şehr-I Rebiülevvel sene sittine ve seman mie (H.860)
(Rebiülevvel, 860 yılı Pazar gecesi ) vefat ettiği söylenir.
Ayrıca kitabesinin devamında ;
“Be Dünya Dil-I nebundet her ki merdi est,
Ki Dünya bikeman enduh virdi est,
Bekürsitan nazar kün ta beyabi
Ki Dünya harieş çend berdest”
Türkçe Tercümesi;
“Dünyaya gönül bağlanmaz,çünkü ölmeyen yoktur.
Ve dünya şüphesiz gam, tasa doludur.
Eğer mezarlığa bakacak olursan
Bu dünya’nın ne kadar insanı alıp, götürdüğünü görürsün.”
-Ayrıca mezar taşının başında ise;
“Ne çoman refte em ki baz ayem”
(Dönüşü olmayan bir şekilde gittim)
Ayak Ucundaki taşta;
“Nezzelna hahüna sümme irtehalna
Vema ehadün aleddünya bi bakın
Keza Dünya nuzulin ve irtihalin,
Vema bakin alel insani halin”
-Türkçesi Tercümesi;
“Buraya(dünyaya) geldik ve göçtük.
Bu dünyada kimse baki değildir.
Böylece bu dünya gelinen ve gidilen bir yer olup
Hiçbir kimse burada baki kalamaz”
İfadeleri yazılıdır...
Şimdilerde geneli doldurma toprak olmasından ötürü Selçuk yüzeyinden aşağıda kalmıştır, Şahabettin Dede Türbesi. Kentin girişinde hemen sağda olmasına rağmen pek dikkat çekmiyor bu yüzden. Fakat aklınıza geldiğinde şöyle bir bakmayı ihmal etmeyin...


7 Aralık 2015 Pazartesi

Efesli Herostratus - Tarihin ilk Teröristi


Efesli Herostratus 

 Tarihin ilk Teröristi 



Tarihin kayda geçen ilk teröristi Efes’te…

Tarih Milattan Önce 356 yılının 21 Temmuz’u. Yani bugünden 2380 yıl önce ...

Efes halkının büyük uğraşlar ve fedakârlıklarla Tanrıça Artemis adına yaptırdığı ve dünyanın 7 harikasından olan tapınağı yakmakta neyin nesiydi?

Ayrıca politik bakımdan hassas olan bir dönemdeydi Efes, Pers İstilası altındaydı ve Pers Valisi Tsafernes tarafından yönetilmekteydi.

Sadece adını tarihe yazmak için muhteşem güzellikteki Artemis Tapınağını yakan. Şöhret meraklısı Herostratus, kendini yargılayan yargıca şu şekilde cevap vermiştir.

“Ben Herostratus. Artemis Tapınağını ben yaktım. Benim adım çağlar boyunca anılacak ama sen Kleon, Efes kentinin başyargıcı. Seni kim hatırlayacak?
Hayır, sen de beni yargıladığın için anılacaksın.”

Alınan karar, Herostratus adının sonsuza dek unutulması, namının duyulmaması yani “damnatio memoriae” cezası olsa da böyle birinin unutulması pek mümkün olmamıştır. Çünkü Tarihçi Theopompus, Hellenika (Yunan tarihi üzerine 12 kitap) isimli kitabında bu hikayeden bahsederek Efesliler’in verdiği cezayı boşa çıkarmıştır.

Sonuç olarak emellerine ulaşmıştı bu adam.

Peki, koskoca Tanrıça Artemis evini koruyamadı mı? sorusunun cevabı ise;

“21 Temmuz İÖ 356 günü, Büyük İskender’in doğduğu gündür ve Artemis aynı zamanda ebelik tanrıçası olduğundan doğumuna yardıma gitmiştir.”

(Bu inanışı İskender, Efes’e geldiğinde borç bilir ve tapınağın yeniden inşasını karşılamak isteyerek adını tapınağın girişine yazmaları karşılığında yardım edecekti. Fakat gururlu olan Efes halkı akıllıca bir yolla yardımı geri çevirirler. Büyük İskender’i de kırmamak için;

“Nasıl olur da bir tanrı, başka bir tanrıya tapınak yaptırabilir?” demişlerdir… Bunun üzerine İskender, Efes halkının üzerinden vergiyi kaldırarak tapınağa harcamalarını istemiş ve bir jest yapmıştır.)

(“Herostratik Şöhret” deyimi burdan geliyor. Psikolojide neye mal olursa olsun adını duyurmak isteyenler için kullanılır.) Ayrıca bugün şöhret olmak uğruna her türlü saçmalığı yapan internet şovmenlerini bu tanımlama ile açıklamak yerinde olacaktır.

Hikaye Herostratos’a yüklenilse de bazı araştırmacılar Herostratos yerine tapınağın çatısına yıldırım düşmesi gibi ya da bilinçli bir şekilde tapınak görevlilerinin tapınağın hazinelerini yağmalamak maksadıyla böyle bir şeye giriştiklerini savunurlar. Gerçek her ne ise kazanan Herostratos olmuş.

İşte tarihe geçmek mesele değil sonuç olarak nasıl geçtiğindir önemli olan…

Kimi tapınak yakıcı ve terörist,
Kimi de Büyük İskender olarak geçer tarihe…

Grigory Gorin’in yazdığı “Bir Efes Masalı” isimli oyunu bu hikâyeyi çok güzel anlatmaktadır.


Tarihçi – Tolga MERT





"Video" Efes'i görsel açıdan anlatan mükemmel bir video.



Efes'i görsel açıdan anlatan mükemmel bir video.



1 Aralık 2015 Salı

ÜSTÜ İNCİR AĞACI ALTI CELSUS KÜTÜPHANESİ

Üstü incir ağacı
Altı Celsus Kütüphanesi...
"Hueber'in eksik parçaları buluş hikayesi"
Celsus Kütüphanesi’nin bina kalıntılarına 1903-1904 yılları arasında yapılan kazılarda rastlanmıştır. Yüzyıl önceki kazılarda ortaya çıkan bu binayı 1970-1978 yılları arasında yürüttüğü çalışmalar ile ayağa kaldıran Avusturyalı Mimar Friedmund Hueber’dir.
Hueber yaşadığı ilginç olayı ise şöyle aktarmaktadır;
''Binanın parçaları 1903-1904 kazılarında çıkmıştı. 7 parça Avusturya'ya gitmiş, parçaların bir kısmı Efes'te idi. 52 parça ise İzmir'deki Agora Açık Hava Müzesine gönderilmişti. Bunları bir araya getirirken, çok enteresan bir olay yaşadık.
Arkadaşlarımla 52 parçayı incelemek ve almak için İzmir'e geldik. Alanın tamamını gezdik. Efes'ten hiçbir parçaya rastlamadık. Müzenin bekçisi, öğle tatilinde bizim içeride kalmamıza izin verdi. Arkadaşlarımla tepede bulunan bir incir ağacının altında umutsuzca otururken, baktık ki eksik parçalar oturduğumuz tepenin altında gömülü. Bir arkadaşım ucu görünen bir taştaki motifin Efes’in mimarisiyle uyumlu olduğunu söyleyince çok ilgimizi çekti. Birkaç gün süren çalışma sonunda, kaybolan parçaları o tepenin altında bulduk. Aslında çok da iyi olmuştu, çünkü toprak, parçaları korumuştu.''
Hueber, ''Efes, 1978 yılına kadar düz bir alandı, Celcus'un ayağa kalkmasıyla Efes kentine 3. boyut kazandırılmış oldu. Bunu gözlerimizle gördük ve gördük ki burası bir köy mimarisi değil, enfes bir mimari zekanın ürünüdür, anladık ki bir metropolün merkezindeyiz''
“2009 yılı Anadolu ajansı Röportajından”

Tarihçi - Tolga MERT 

EFES KAZILARI TARİHİ

EFES KAZILARI TARİHİ
19. yy’da Avrupa’da yaygınlaşmaya başlayan sömürgecilik faaliyetleri, üç kıtada hüküm süren fakat zayıflamış Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında da etkili olmaya başlamıştı. Yaygınlaşan sömürgecilik faaliyetlerinin doğal bir sonucu olarak sosyal,kültürel ve ekonomik alanlarda Osmanlı değişime uğramış ve açık bir sömürü pazarı haline gelmiştir. İşte bu esnada Avrupalılar kökenlerinin Yunan Uygarlığına dayandığını savunup, Anadolu topraklarında geçmişini aramak bahanesiyle İndiana Jones’luk yani hazine avcılığı yapmaya başladılar. Troya,Halikarnas,Bergama ve Efes’de Avrupalıla tarafından yapılan kazılarda elde edilen antik eserler Osmanlı Devleti’nin yürürlükteki tüm yasalarına karşın yasa dışı yollarla ve çoğunlukla askeri gemiler ile kendi ülkelerindeki müzelere götürüldü.Bu konu hakkında birçok yerde söylenen “Alt tarafı taş bunlar gitse ne olur? 3-5 eski şey için kimseyle kötü olmayalım “ gibi cümleler gerçeği yansıtmaz.Zayıflamış ve yıkılma sürecinde olan bir devlet bunların derdine elbette ki düşemezdi ve tek dert bu devlet nasıl kurtulur? sorusuydu.

Kısaca genel konjektürden bahsettikten sonra Batı Anadolu Uygarlıklarının en önemlisi Antik Yunan’ın zengin liman şehri, Roma İmparatorluğunun Asya eyaletinin başkenti ve dünyanın 2 önemli kadınının Artemis ve Kutsal Meryem’in evi Efes’in, bu faaliyetlerde ki macerasından bahsetmemiz gerekirse;
Efes antik kentinin kazıları ilk olarak 19. Yüzyılın 2. Yarısında başlamıştır.1863 yılının Mayıs ayında İngiliz Mühendis John Turtle Wood efsanevi tapınak Artemisi bulmak amacıyla araştırmalara başladı.Wood İngilizler’in yapmakta olduğu İzmir-Aydın demiryolu işinde çalışmaktaydı.Diğer yandan Londra British Museum’un parasal desteği ile tapınağın yerini belirlemek için Osmanlı Devleti’nden izinsiz sondajlar yapmaya başlamıştı.Diğer yandan İngiltere hükümetinin istekleri doğrultusunda ve Osmanlı’nın uyguladığı denge siyasetinin sonucu olarak kazı izinleri çeşitli fermanlarla verilmiştir. Wood sonuca 1869 yılında ulaşmış ve tapınağın temel kalıntılarınu bulmuştur. Fakat işler istenildiği gibi gitmedi ve tapınağın kötü durumda olması, önemli verilere ulaşılamamış olması gibi sebeblerle 1874 yılında sponsorların finansal desteğini geri çekmesine neden olmuştur.1863 ile başlayıp 1874 yılında sona eren Wood’un maceraları süresince elde ettiği eserleri “padişah fermanlarına uygundur” denilmiş ve genellikle askeri gemilerle British Museum’a götürülmüştür.İngiliz kazılarının Efes’te son bulması ise David G. Hogarth’ın 1904/1905 yıllarında yaptığı çalışmalar ile son bulmuştur.

Wood’dan 21 yıl sonra ve yine Osmanlı’nın denge politikası gereğince İngilizler’den uzaklaşıp Alman tarafına yönelen Osmanlı da bu durum arkeolojik çalışmaların seyrini de değiştirmiş ve kökendaşı olan Avusturyalılar’ı Efes’e çekmiştir.Avusturyalılar’ın macerası ise ; 1895 yılında Viyana Üniversitesi klasik arkeoloji profesörü ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün ilk başkanı Otto Bendorf ile başlamıştır.Bu kazıların başlamasındaki en önemli etken ise girişimci Karl Mautner Ritter von Markhof’un yapmış olduğu bağıştır.Başlangıçtan 1906 yılına kadar bulunan kalıntılar Viyana’ya götürülmüş ve bugün Kunsthistorisches Museum’un Ephesos-Museum bölümünde sergilenmektedir.1906 yılından itibaren ise çıkarılan kalıntılar Selçuk’ta kalması sağlanmıştır.1. ve 2. Dünya savaşlarında kesintiye uğrayan kazılar 1954 yılından itibaren günümüze kadar kesintisiz devam etmektedir.

Efes’te çalışma yapan Avusturyalı kazı başkanları ve kazı alanları ise ;

1895- Otto Benndorf ve Rudolf Heberdey – Limanla agora arasındaki kısım ve Artemision
1926- Josef Keil – Büyük gymnasionlari Yedi Uyurlar Mezarlığı ve St. Jean Bazilikası
1954- Franz Miltner – Kuretler caddesi civarı, Hadriyanus Tapınağı ile St. Jean Bazilikası’nın ilk kez yeniden ayağa kaldırılması
1960- Fritz Eichler – Yamaç Evler civarı ve Artemision
1969- Hermann Vetters – Yamaç evler 1 ve 2 , Celsus Kütüphanesi ayağa kaldırılmış
Gerhard Langmann ile Stefan Karweise’nin kazı başkanlığında tarihsel topografya araştırmaları derinleşerek Agora,Artemision, Tiyatro,Aziz Meryem Kilisesi ve Stadion civarı kazılarına devam edilmiştir.
1998- Friedrich Krizinger
2010- Sabine Ladstaetter
Tarihçi - Tolga MERT 






EVLİYA ÇELEBİ ANLATIMIYLA SELÇUK'UN FAKİRLİĞİ

EVLİYA ÇELEBİ ANLATIMIYLA SELÇUK'UN FAKİRLİĞİ 
Evliya Çelebi demiş ki; Selçuk'un insanı çok fakir ...
Aydın Bey oğlu İsa Bey Selçuk’u Cemşid’in soyundan Aya Sulya adında bir Rum kralından almıştır.Osmanlı İmparatorluğundan da Yıldırım Bayezid Han tarafından fethedilmiştir.Timur’un Anadolu’yu fethetmesiyle Aydınoğlu beyliği tekrar bağımsız olmuştur.Şu anda 150 akçe gelir getiren bir kaza olup Sığla sancağı’na bağlıdır.Komutanı ve kırk adet kale muhafızı vardır.Ayanı yoktur fakiri çoktur.
Kalesi düzlük bir alanın ortasından çıkan sivri kaya üzerine yapılmıştır.Etrafı yirmi bin üç yüz adımdır ve çevresinde hendek yoktur.Toplam kırk kuledir.Güney’de iki demir kapısı vardır.Önden yokuştur.Kale içinde yirmi toprak örtülü ev ve mescit vardır.Bütün sokakları yalçın kayadan kaldırımdır.
Bu kalenin içinde bir kat daha kale vardır içinde imaretten başka bir şey yoktur.Baştan başa yıkıktır ve harap binalar vardır.Kıbleye bakan kapısı sanatlı eski kapı Bizhad gibi (15. Yy’da yaşamış İranlı bir minyatürcü)
Ayasuluğ insanı parasız, sefil ve mahsülleri ambarlarında bozulur ve tuzları sulanıp erir.Ama büyük evliyaların ruhlarını barındırmasından dolayı bu şehir sakindir.Aşağı varoşta yüz adet toprak örtülü evleri , yirmi adet dükkanı ve bir mescit ve küçük bir hamamı vardır.Çarşı meydanının ortasında büyük çınarın ucunda bir ab-ı hayat kuyusu vardır ve Temmuz da buz parçası gibidir.Bütün evlerin küçük bahçesi vardır.
Bu şehrin havası çok ağır olduğundan atları ve eşekleri sıtma tutar.Ancak eskiden buranın havası gayet güzelmiş.Bu şehir idari olarak ikiye ayrılmıştır.Şehir kısmı Aydın Sancağı’na kale kısmı Sığla Sancağına bağlıdır.
Keten ve keneviri meşhurdur.Keten ve kenevirler o kadar yüksek olur ki arasında at, deve gezse kaybolur.
(Evliya Çelebi)


ST. JEAN KİLİSESİ ve TAKİP KAPISI

St. Jean Bazilikası'nın Takip Kapısı 
Bugün Yine Yerinde Yok
Bu çizimde topraklarımızdan götürülen bir başka eseri görmekteyiz.
Bugün Ayasuluk Kalesi ve St. Jean Kilisesi'nin girişi olan yer, " Takip " kapısı olarak nitelendirilmektedir literatürde.Buraya takip kapısı denmesinin sebebi eskiden kale ve kilisenin girişinin üstünü süsleyen bu kabartmalarda Akhilleus’un ( Aşil ) hayatından alınmış takip sahneleri olduğu için bu sıfatla anılmaktadır.
6. yy veya 7. yy Bizans eseridir. .

Bu kabartmalar bugün İngiltere'de Woburn Abbey Galeri'de sergilenmektedir...
Artık geri dönmesinin vakti gelmiştir aslında.Her eser yerinde anlamlı ve güzeldir.





28 Kasım 2015 Cumartesi

EFES ve UNESCO HAKKINDA - SAYIN YILMAZ ÖZDİL'e İLETİLMESİ RİCASIYLA

Sayın Özdil yazılarınızın bir çoğunu ilgi ile takip etmekteyim ve çoğuna katılarak beğenmekteyim.Fakat Efes’in Unesco döneminde Avusturya Ankara Büyükelçisi  Dr. Klaus Wölfer’eyazdığınız mektuba cevaben birşeyler yazmak istedim.
Ben devletimin ve ailemin imkanları doğrultusunda Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih Bölümü, Anadolu Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm  Bölümü ve yine DEÜ’de formasyon eğitimi alarak Tarih öğretmeni ve araştırmacı sıfatında nacizane bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Selçuk/Efes’te yaşayan bir gencim.Amacım, ne sizi yerme , ne Avusturya’yı kötüleme nede birşeylerden şikayet etmektir.Amacım bazı gerçekleri kalemim ve bilgim yettikçe açıklamaktır.
Ne olacak bizdeki bu yabancı hayranlığı? Türkler’e aşağılık kompleksini kim böylesine aşıladı? Oysaki Mustafa Kemal bu algıyı yenebilmek için “ Türk Milleti çalışkandır, zekidir “ Gençliğe Hitabesini bitirirken “ Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” , “ Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi söylemleriyle bu kompleksten kurtarmak istemiştir bu milleti , Cumhuriyet Devrimleri ve icraatları bu başarıyı göstermektedir.  
Konumuza gelecek olursak, 19. Yy’ın özellikle ikinci yarısından itibaren avrupalılarca arkeolojiye ilgi hat safhaya çıkmıştır.Bu birazda genel duruma bakıldığında sanayisini güçlendirmiş maddiyaten güçlü devletlerin yarıştığı bir alan haline gelmiştir.Bu anlamda Anadolu toprakları arkeolojinin açık pazarı haline gelmiş ve akın akın hazine avcıları ile dolmuştur.İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar, Avusturyalılar dünyanın dört bir yanında arkeolojik kalıntılar aramışlardır.Kaygıları ise bilimden ziyade Avrupa müzelerini doldurmaktı.
Elbette bizden çok çok önce tarihin ve arkeolojinin farkına varmışlar ve bu konuda çalışma yapmışlardır.Osmanlı’ya bakacak olursak, 19. Yy ‘ın başlarından itibaren her alanda güçsüzleşen imparatorluğun hedefi devleti kurtarmak olmuştur. Cumhuriyet kurulana dek devlet nasıl kurtulur? sorusuna cevap aramıştır bütün yöneticiler. İşte bu konjektüre baktığımızda elbette arkeolojiyi kavramak ve anlamak gecikmiştir bu toplumda.Ayrıca, maddi olarak çöken bir devlet Avrupalıların yaptırımlarına pek fazla karşı koyamazdı.Fakat çok kere direnildi, özellikle Osman Hamdi Bey’in bir çok girişimleri ile eserler bir müzede toplatıldı ve elinden geldiğince izinler zorlaştırıldı…
Hal böyleyken Efes’e baktığımızda önce J.Turtle Wood adlı  İngiliz mühendis demiryolu yapıcaz bahanesiyle Dünyanın 7 harikasından olan Artemis Tapınağının kalıntılarını arayıp buldu ve müzesine götürdü.Hemde hazır tren yolu varken ve askeri gemiler ile…
Wood’tan sonra ise 1895 tarihinde Avusturyalı Otto Bendorf gelip Efes’te kazı yapmaya başladı ve Avusturya.’da bir Efes müzesi kurdular.Enteresan değil mi? Avusturya da Efes müzesi…bizim neden İstanbul’da yada Ankara’da onların tarihine dair bir müzemiz yok …Sömürge devletlerin ruhuna işlemiş bir şey vardır ki her açıdan sömürmeleri gerektiğini düşünürler.Kimse kimsenin babasını hayrına Efes’e para aktarıp burada bilim yapmazdı giden o eserler olmasaydı.Şimdilerde oluşmuş bir altyapıyla kazılar devlet tarafından kontrol altına alınmıştır.Gerçek anlamda bilim yapıldığı söylenebilir yani sadece eser çıkarmaya yönelik değil olan eserlerin restorasyon ile ayakta tutulmasını da sağlıyorlar.Ayrıca onlarca,yüzlerce Türk bilim insanı ve işçisi kazılarda görev yapmaktadır alın teriyle bu sıcaklarda…
Peki onca badireler savaşlar vesaire vesaire atlatıldı, neden Türkler kazı yapamıyor hala?Bizde isteriz yeterince bilim insanımız var lakin yeterince paramız hala yok, yani bu işlere aktarılcak para yok deniliyor…
Elbette bizim kendi insanımız hakkında dediklerinize bir miktar katılıyorum.Gelen turistleri yürüyen dolarlar, eurolar şeklinde görmeseydik şu an daha farklı bir boyutta olabilirdik.Zamanında günü kurtaran bazı zat-ı muhteremler yüzünden herkesi suçlu ilan edemeyiz.Yetkililerce böylesine güzel bir tarihi mekanın çevresinin düzenlenmesini ve iyileştirilmesini canı gönülden istemekteyim.Fakat, şikayet etmek en kolay iştir çözüme yönelik hareketlerde bulunmalıyız toplumca.
Unesco’ya ne kadar ihtiyacı var Efes’in , bence Unesco Efes’e girmeliydi.Unescoya girdi diye var olmadık yada ün kazanmadık, zaten dünyaca tanınan bir yer Efes ki dünyanın heryerinden insan geliyor bu antik şehri yaşamaya…Efes binlerce yıldır ordaydı ve orda olmaya devam edecek, ne siyasiler nede bizler oranın sahibiyiz herzaman gelecek nesiller oranın sahibidir.Bizlerin görevi antik şehride oraya gelenleride başımızın üstünde misafir etmemiz gerekir.Türk adet,gelenek görenekleri bunu öğretmiştir bizlere…
Hal böyleyken tüm bunlardan ziyade sadece Efes Unesco’ya girmedi Çukuriçi höyük, Meryem Ana Evi ve Ayasuluk kalesi de Unesco’da.Peki Ayasuluk kalesindeki çalışmaları Türk kazı heyetinin yürüttüğünü ve onların özveri ile çalışıp Selçuk’un simgesi olan kaleyi ortaçağdan günümüze taşıdığını biliyormuydunuz? Çok imkanla iş yapmak kolay asıl takdir, az imkanla çok iş yapmaktadır.Burdan Ayasuluk Kalesi kazı başkanı Mustafa Büyükkolancı ve ekibine teşekkürlerimi sunuyorum milletimiz adına…
Uzun lafın kısası,
Sayın Özdil olaylara geniş çerçeveden bakmayı öğretti bana tarih eğitimim ve asla sen şusun ben buyum ile çözülemediğini gördüm tarih boyunca işlerin.Artık imparatorluklar bitti, dünya eksen değiştirdi herşey paraya yönelik ve paranın esiri. Fakat unutulan bir şey vardır ki bu ülkede herkes siyasiler gibi değildir bunu Avusturyalılar kendileri bizati görmektedir biz onlar ile iç içe yaşıyoruz bu kentte, kiminin iş arkadaşı, kiminin komşusudur.Hatta eskilerden olup buraya yerleşenler dahi mevcuttur.Gelin misafirimiz olun birde burda görün işlerin nasıl yürüdüğünü.O zaman belki bu halka da bir teşekkür edersiniz…
Efes ve çevresinde gerçekten bilim yapan herkese teşekkürlerimi iletiyorum, arkeolojik eserler yerlerinde güzeldir ve birgün ait oldukları yerlere dönmeleri diliyorum…
Bir yanlışım varsa affola,
Saygılarımla…

EVLİYA ÇELEBİNİN İSA BEY CAMİİ ANLATIMI

İsa Bey Camii ve Evliya Çelebinin Anlatımı ;
 Evliya Çelebi der ki: "böyle harap şehirde cemaatsiz kalmış bir garip camidir.Kalabalık cemaati yoktur.”
Aydınoğulları Beyliğinin kurucusu Mehmet Bey’in en küçük oğlu İsa Bey tarafından hicri takvimde:776 Miladi takvime göre 1375 yılında yaptırılmıştır.13 Mart 1375’te ibadete açılmıştır. 1653- 1688 yıllarındaki depremler sonucu Caminin minarelerinden biri tamamen diğeri şerefeden yukarısı ve avludaki revakların tamamı yıkılmıştır. Bu gün doğu kapısına ait kitabe İzmir Çorakkapı Camiinin mihrabını, Kuzey kapısından alınan kitabe Kestanepazarı camiinin son cemaat mahallini, mihrap tacı Kestanepazarı Camiinin mihrabını süslemektedir. Mihrabının üzerindeki geniş kitabe frizi de Agora da saklanmaktadır. (Bu eserlerin mutlaka İsa Bey Camii'ne geri getirilmesi gerekmektedir) Tamamı yıkık vaziyette olan caminin çatısı 1975, mihrabı 1990 yılında tamir edilmiştir.İbadete ve ziyarete açıktır.

Mimarı Ali Bin Dımışki (Şamlıoğlu Ali)’dir.Caminin batı kapısı üzerindeki mermerin üzerine yazılmış farsça kitabenin, 

Türkçe tercümesi şöyledir;:
Rahman ve rahim olan Allahın adıyla
Bu mübarek caminin yapılmasını,büyük Sultan vatandaşların maliki,İslamın ve Müslümanların Sultanı,Devletin,Dinin ve Dünya’nın iftihar kaynağı Aydınoğlu Mehmet oğlu İsa buyurdu. Allah mülkünü ebedi kılsın.
Bunu Ali İbni Dımışki yaptı.Şevval ayının dokuzunda,776 (1375) yılında yazdı.
Cami,dikdörtgen plan üzerine inşa edişmiş olup büyük ölçüde Şam-Ümeyye camiinin plan özelliklerine sahiptir.
1671 yılında Ayasuluk’u ziyaret eden ünlü gezgin

Evliya Çelebi,İsa Bey camii için ;

“Öyle bir camidir ki yer yüzünde bir benzeri ancak Şam-ı Şerifte Emeviye camii ola.Kargir kubbe değildir.Servi levhaları üzerinde kurşun örtülüdür.Bütün sütunlarıda servi ağaçlarıdır.Ayasofya kadar büyüktür, ama ensizdir.Avlusu daha camidendir.O hesapca ayasofya kadar vardır.duvarları seraba beyaz mermerlerdendir.Kubbesi üstündeki kargir kubbenin için safi altın levhalarla nakışlıdır.Caminin uzunluğu 250 enliği 180 ayaktır.Cami içinde dört sütun var ki yeryüzünde benzeri yoktur.Kırmızı somaki ,zeytuni sütun görülmüştür ama mavi sütun hiç görülmemiştir.Bu sütunların yüksekliği kırkar mimari arşındır.Üçer ada mancak kucaklayabilir.Caminin 7 kapısı vardır.Sanatlı mihrabının anlatılmasından insan acizdir.Minberi ceviz levhasındandır.Meğer benzeri Sinop cami minberinde ola.Üç duvarına Esma-i Hüsna yazılıdır.Ve fidolayı güzel yazılar yazılmıştır.Ama okunması zor yazılardır.Mihrabında “ İnallahe ve melaiketuhu.” Ayeti kerimesi Hz. Peygamberin Hirka-i Şerifi sofasıdır.Bunların kafeslerini cihan ressamlarının resmetmemesi imkansızdır.Camiye güneş ışığı duvarlarındaki billur mermer ve necef camlardan ve yedi kapı üzerindeki kafeslerden girer.Ama Hirka-i Şerif İstanbuldadır.Burada yalnız sandukası vardır.Teberrüken ziyaret olunur.Bir Hz. Osman hattı Kuran-ı Kerim vardır,diye ziyaret edilir.Avlusu mermer döşelidir.Pabuç ile girilmez.Çünkü camiden sayılır.Avlunun ortasında bir büyük havuz vardır.Avlunun üç kapısı vardır.

Velhasıl yeryüzünde böyle bir işi adem oğlu yapmamıştır.Ama böyle harap şehirde cemaatsiz kalmış bir garip camidir.Kalabalık cemaati yoktur.”



27 Kasım 2015 Cuma

"EFESLİ ZENODOTOS" (Dil Bilgini)

EFESLİ ZENODOTOS (Dil Bilgini)

Okumayı ve yazmayı seven herkes Zenotodos'a borçludur.
Zenodotos (Ephesoslu) M.Ö 320- 240 arasında I. ve II. Ptolemaios döneminde yaşamıştır.
Eski Yunanlı dil bilgisi uzmanı ve İskenderiye Kütüphanesi'nin (M.Ö 285-270 yılları arasında) ilk yöneticisidir. Aslında bu kütüphane bir yandan da müze işlevi görmekteydi. İskender doğu seferinin bütün hazinelerini İskenderiye Kütüphanesinde depolamıştır. Bu anlamda bakıldığında aslında dünyanın ilk müzesinin yöneticisi.
Bu görevi sırasında, Eski Yunan şiirlerini derleme çalışmalarına başkanlık etmiş.Dünya tarihi açısından önemli olan Homeros destanlarını, farklı yazmaları karşılaştırarak, kendi anlayışına göre yeniden düzenlemiştir. Çalışmaları sırasında Homeros’un eserlerinde kullandığı bazı kelimeleri “Glossary” adını verdiiği bir sözlükte derlemiştir. “ Glossary “ bugün birçok dilde sözlük, sözlükçe, açıklamalı dizin, ek sözlük gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bunlara ilaveten birde yabancı terimler sözlüğü çıkarmıştır.
Yaptığı işlerin aslında en önemlisi, İskenderiye Kütüphanesi’nde bulunanyazmaları, okumayı kolaylaştırması amacıyla noktalama işaretleri koymuş ve sözcükleri ayırmıştır.
Zenodos’tan önce rulo yazmalarda ki cümleler birleşikti.
Yani demek istediğimi örneklemem gerekirse;
“BENİMADIMZENODOTOSVEBENEFESLİYİM” diye yazılıyorken,
Zenotos kelimeleri ayırarak okumayı kolaylaştırmıştır. “ BENİM ADIM ZENODOTOS VE BEN EFESLİYİM” gibi.
İşte günümüzden yaklaşık iki bin üç yüz yıl kadar önce bir Efesli olan Zenodotos tarafından başlatılan bu yazım kolaylığı için ne kadar teşekkür etsek azdır. Okumayı ve yazmayı kolaylaştırdığı için belkide bu kadar zengin bir bilgi hazinesi birikerek günümüze ulaşmayı başarmıştır.
Belki de dünya bugünkü konumunu kütüphaneci ve dil bilgini olan Efesli Zenodotos'a borçludur…
Ne dersiniz?
Tarihçi – Tolga MERT


26 Kasım 2015 Perşembe

"EFESLİ PARRHASİUS" (Ressam)

EFESLİ PARRHASİUS

Efesli Parrhasius, Antik Yunanistan’ın en tanınmış ressamlarından biriydi.

Efes’te doğmuş fakat Atina’da yaşamıştır. Yaşadığı dönem hakkındaki bilgilerimizi Sokrates ile yaptığı, sanat diyaloglarını kaydeden “Ksenofon” sayesinde bilmekteyiz. Yani M.Ö 399 yılından önce yaşamıştır.

Dönemin yine iyi ressamlarından Zeuxis ile kimin daha büyük bir sanatçı olduğu konusunda girdikleri iddia, Yaşlı Plinus’un (Gaius Plinus Secundus ) yazdığı "Naturalis Historia" adlı kitabında geçmektedir.


İkili, iddiaya girdikten sonra birer resim çizerek perdeyle kapatmışlardır. Yarışacakları gün geldiğinde, Zeuxis perdeyi kaldırmış ve çizdiği üzüm resmini ortaya çıkarmıştır. Üzümler o kadar çekici ve gerçekçi görünmüştür ki, uçan kuşlar yere inip resmi gagalamışlardır. Sonra Zeuxis, Parrhasius'un resmi üzerindeki perdeyi kaldırmasını istemiştir ve Parrhasius, perdenin aslında kendi çizdiği resim olduğunu açıklamıştır. Bu şekilde Zeuxis yenilgiyi kabul etmiş ve demiştir ki: 

"Ben kuşları kandırdım, ama Parrhasius Zeuxis'i kandırdı."

Tarihçi - Tolga MERT 


25 Kasım 2015 Çarşamba

"EFESLİ APELLES" (Ressam)

EFESLİ APELLES

M.Ö 4. Yy’da yaşamış Efesli ressamdır.

Günümüze hiçbir eseri ulaşamamış olsa bile, Antik Çağ’ın sanat yazarları tarafından öylesine yüceltilmiştir ki, hala o dönemin en büyük ressamı olarak anılır. Rönesans sanatçıları, kopyaları dahi olmayan yapıtlarını kitaplardan anlatılan betimlemeleriyle Apelles’in resimlerini taklit etmek için uğraşmışlardır.

Efesli ressam Apelles, Büyük İskender'in resimlerini yapmakla ünlüdür. İskender bu ressamı öyle seviyormuş ki sık sık atölyesine gidip onunla sanatı hakkında sohbet edermiş. Bir gün İskender Apelles’e bir teklifte bulunmuş ve kadınlarından “Pancaspe” adındaki sevgilisini çıplak halde resmetmesini buyurur. Fakat ressam, bu kadına aşık olduğunu kısa süre sonra belli etmiştir. İskender’de bunu anlayınca, kendi sanatında bu kadar büyük olan ve herhangi bir zaferden hiçte değersiz olmayan yapıtlarına hürmeten, kadını Apelles’e armağan eder.

M.S yaşamış Romalı Yaşlı Plinius’un  “Historia Naturalis” adlı ansiklopedik eserinin 35. kitabının 36. bölümü, 79-92. Sayfaları arasında Apelles’ten bahsetmektedir.
Bir anektodunu şöyle anlatmaktadır;

Apelles yaptığı tabloları halka sunup bir perdenin arkasına gizlenerek yorumları dinlemekten çok hoşlanırmış. Böylelikle yapacağı yeni resimler için yeni düşünceler edinmektedir. Apelles' in sergisini gezen bir ayakkabı ustası resimlerin birinin karşısında durarak tablodaki insanların ayakkabıları üzerinde eleştiriye başlar. Ayakkabıcının etrafında toplanan kalabalık merak içinde adamı dinlerken Apelles de gizlendiği perdenin arkasından yapacağı yeni tablolardaki ayakkabı figürleri için söylenenleri can kulağıyla dinler ve bir deftere not eder. Ayakkabı ustası uzmanlık alanının dışına çıkıp resmi sanat açısından ve teknik yönden eleştirmeye çalışıp resimdekilerin bacaklarını alay konusu etmeye başlayınca Apelles perdenin arkasından bağırır: "Efendi haddini bil, çizmeden yukarı çıkma!"

Ressam Apelles'in bu öyküsü unutulmuş olsa da iki kelimelik bir deyime dönüşen haliyle anlatılır durur günümüzde de:

"Çizmeyi aşma!

Ne çok yönlü bir diyarda yaşıyoruz değil mi? Bilimden, kültüre, sanata her alanda en iyilere sahip toprakların arasındayız. Şayet bunları bilmiyorsan kentini sevemez, geliştiremezsin. Fakat yaşadığımız bu kent, senin bunları bilmeni istemektedir ki, bu eşsiz kentimizi ileriye taşıyalım …

Tarihçi – Tolga MERT

Ressamın aşağıdaki resimleri Rönesans Ressamları tarafından canlandırılmıştır.






24 Kasım 2015 Salı

ARTEMİS TAPINAK ALANI HAKKINDA

ARTEMİS TAPINAK ALANI HAKKINDA

Bizanslı Philon Artemis Tapınağı için demiş ki:

Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı.

Dünyanın yedi harikasını derleyen Sidon'lu Antipatros ise tapınağı şöyle tarif etmiştir.

Mağrur Babil'in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus'daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve Güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos'un engin mezarını; ama Artemis'in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki "İşte! Olimpus'un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı. (Antipater, Yunan Antolojisi [IX.58])

Antik yazar Plinius’un bildirdiğine göre tapınağın toplamda 127 sütunu bulunmakta ve bunlardan 36 tanesi ‘‘columnae caelatae’’ olarak adlandırılan kabartmalı sütunluydu. Bu kabartma sütunları Lydia Kralı Kroisos hediye etmişti. Kabartmalı sütun tamburları üzerinde kurban törenine doğru ilerleyen insan figürleri işlenmişti. Tapınağın devasal mermer blokları Belevi yakınlarındaki mermer ocağından getirilmişti.

Böylesine ihtişamlı bir şaheserin bizim kentimizde varoluşunu günümüzde kullanamamanın üzüntüsü içerisindeyim. Bakanlık ve yerel yönetimlerimiz acilen bu tapınak alanında çalışmalara başlamalıdırlar.
*En azından tapınağın bir minyatürü görsel olarak merkezi bir alana konmalıdır,
*En azından bir güvenlik konulması şarttır,
*En azından insanları yönlendirecek bir görevli, danışma konmalıdır,
*En azından tapınak alanında gelişigüzel serpiştirilmiş hediyelik eşya satan abilerimizi düzenlı bir şekilde stand açmaları sağlanabilir,
*En azından hologramlar hazırlanıp tapınağın ihtişamını gözler önüne serilmesi sağlanabilir,
*En azından alana girişte ki bozuk yollar düzeltilebilir ve daha ihtişamlı hale getirilebilir.
*Bunlar profesyonel kişi ve kurumlar tarafından daha da arttırılabilir...

Orada şu an tapınağın olmayışı, orda hiç tapınak olmadığının anlamına gelmez.Dünyanın 7 harikasından birisinin bizim kentimizde olduğunu vurgulamamız ve bunu fiiliyatta göstermemiz gerekmektedir.Buradan zamanında götürülen eserler hakkında detaylı bir çalışmaya girilip, bunlar ile ilgili geri dönüş çalışmaları başlatılmalıdır. Bu giden eserler hakkında halkın bilinçlendirilmesi de gerekmektedir.

Yetkililer bir an önce bunlar ile ilgili çalışma yaparlarsa, insanların merak duyguları dahada kabartılıp ziyaret olanakları fazlaşabilir…

Bugün bizim turizm anlamında en çok gelirimiz Efes’tir, fakat Efes’in bir zamanlar en büyük geliri Artemis Tapınağı idi.

Saygılarımla

Tarihçi – Tolga MERT


ÜÇ DİN, BİR ÇOK MEDENİYET ve SONSUZ YAŞANTI - Selçuk/Efes - Artemis Tapınağı

Şu tablo dünyanın neresinde var?
Bir yanda antik dünyanın pagan dininin en büyüğü Artemis’in Tapınak kalıntıları,
Bir yanda Hristiyan dünyasının en büyük kiliselerinden ve 12 Havariden St. Jean’ın mezarının olduğuna inanılan yer,
Bir yanda Müslüman Dünyasının Anadolusu’nun beyliği , Aydınoğlu İsa Bey Camii,
Ve bir yandan da Selçuk’un tacı Ayasuluk kalesi, Bizans,
Selçuklu,Aydınoğulları ve Osmanlının da kullandığı Ortaçağ kalesi …
Baktığımızda aynı anda üç din, birkaç medeniyet ve sonsuz yaşantı.
Dünyanın değişiminin evrelerini aynı anda bir karede gösteriyor Selçuk bizlere…
Bu değerleri yansıtabiliyor muyuz acaba insanlığa yeterince ?
Bi düşünelim...


EFES ANTİK TİYATRO ve FESTİVALLER

Nerde o eski,
Efes Antik Tiyatro ve Festivaller
Son Efesliler’den, yani Selçuklular’dan bu fotoğraflara bakarak iç geçirip “ahh nerde o eski festivaller” demeyen yoktur heralde.
Benim neslim pek yetişemedi bu festivallere fakat onların festival günlerini anlatırken gözlerinin büyüdüğüne ve heyacanlandığına çok şahit oldum. Dedelerimin, nenelerimin birçoğu bu küçücük kente çok büyük insanların geldiğini bu festivaller sayesinde gördü. Deve güreşleri dünya çapında efsaneydi. Samimiyetin, arkadaşlığın, dostluğun zirve olduğu dönemlerdi bunlar sanırım. Gecenin bir vakti Antik Efes’in insanının tiyatroda ki ruhu yakalanıyordu belki bu festivallerde. Belki de ilk aşkını bu festivallerde buldu birileri…
Daha sonraları haklı nedenlerden ötürü bu tip faaliyetler azaltıldı. İki bin yıldan bu yana ayakta kalmış, biraz yorulmuş, biraz da yaşlanmış olsa gerek… Yoğun insan akını, gelişen teknolojinin müzik sistemleri güçlü olduğu için antik tiyatroya zarar verebilirdi. Fakat yakın zamanda yapılan restorasyon ve güçlendirme çalışmalarını, Türk Restoratör Mimar Esin Tekin başarı ile tamamlamıştır.
Artık birtakım önlemler alınarak dahi olsa burada etkinlikler görmek istiyor herkes eminim. Eski Efes Festivalleri’nin ruhunun yeniden yakalanması kentimizin hem insanına hemde turizmine oldukça önemli bir ivme kazandıracaktır.
Kısaca tarihine de değinmek gerekirse tiyatronun;
25.000 kişilik tiyatronun ilk kez Hellenistik dönemde yapıldığı bilinmekte ise de bugüne gelen tiyatronun İmparator Cladius zamanında yeniden inşaasına başlandığı, İmparator Trianus M.S..98-117 döneminde tamam landığı bilinmektedir. Tiyatronun ön kısmında oldukça sağlam ve iri taşlarla yapılmış soyunma yerleri belirgin şekilde görülmektedir. Tiyatronun kuzey batısında iki iyonik sütunlu hellenistik bir çeşme yerleştirilmiştir. İlk döneminde üç katlı olan tiya tro her biri 22’şer basamaklı üç bölümden oluşur. Sahne binası 18m. yüksekliğindedir. M.S.54 yıllarında St.Paul’un bu tiyatrodan Efes’lilere seslendiği ve Efes Sarraf Loncası tarafından büyük tepkiyle karşılandığı rivayet edilir. 25×40 ebatlarındaki sahnenin arka duvarları son derece süslü ve nişler içinde heykellerin bulunduğu bir görünüm içindeydi. Tiyatro geç Roma devrinde gladyatör dövüşlerine sahne olmuştur.
Kimbilir kimler kimler oturdu bu tiyatroda, kimler sanatını icra etti, kimler dövüştü vargücüyle. İşte tiyatroya geldiğimizde derin bir nefes alarak bunları düşünmemiz bizleri zamanda iki bin yıllık bir yolculuğa çıkarıyor…
Tarihçi – Tolga MERT



Selçuk Efes Kent Belleği #EfesSelçuktanerelergezilir

  Selçuk Efes Kent Belleği Zaman Yolculuğu Efes Selçukluların ve Efes Selçuk’un tarihine, doğasına, insanına ilgi duyanların paylaşım noktas...