24 Ekim 2016 Pazartesi

EFES’te TARIM ve HAYVANCILIK

EFES’TE
TARIM ve HAYVANCILIK

Efes (Ephesus) en bilinen yönüyle liman kenti olsa da öncesinde de sonrasında da ve hatta bugününde dahi tarım, bu kentin en büyük geçim kaynağı olmuştur. Bunun sebebi ise Küçük Menderes (Kaystros) nehrinin verimli ovalar oluşturmasıydı. Bu tanrının Efesliler’e bir lütfu diye düşünüyorum.

Ege Denizi,Menderes Nehri, Menderes Ovası, 4 mevsimin en güzel yaşandığı yer olması, En güzel gökyüzünün burada olması bu toprakların en büyük hazineleridir…

Zeytin ağaçları, çeşitli meyveler, tahıl ürünleri bölgemizin sonsuz ürünleriydi. Bunun yanında hayvancılıkta ise koyun, keçi, sığır, at, eşek beslenen hayvanlardı. Bir diğer hayvan ise evcil domuzlardı. Yaygın olarak beslenen evcil domuz, en önemli hayvansal besi kaynağıydı.
Küçük menderes nehri zarar verse dahi topraklara fayda sağlamıştır. Taşkınlardan zarar gören mahsuller olsa da zamanla zengin alüvyonlar ile bezenen topraklar tarımsal açıdan daha da zenginleşmiştir. Fakat bir götürüsü de dolan liman sonucunda bataklıklar diyarı olmuştur bu bölge…
Arpa, buğday en yaygın tahıllardı. Ekim ayında toprak sürülür öküz ve sabanlarla. Tohumlar ise elle saçılırdı. Toprahın ruhunu bilen Efesliler toprağı nadasa (1 yıl dinlenmeye) bırakırlardı. Mayıs ayı gelindiğinde hasat el yordamı ve orakla yapılırdı, bugün olduğu gibi. Arpa ve buğdayın tanelerini ayırmak için biçilen saplar düz bir alana yayılır ve üzerinde at, eşek gibi hayvanlar dolaştırılırdı. İyice ezilen saplar samana dönüşür ve tahıl taneleri ayrılırdı.

Sapla samanı ayırt etmesini iyi bilmişler. 

Eylül ayı üzümün hasat zamanıydı. Tepelerin eteklerinde olan üzüm bağları toplandıktan sonra bir kısmı yenmek için bir kısmı da şarap yapılmak üzere ezilirdi. Üzümün suları büyük toprak kaplarda mayalanmaya bırakılır ve saklanırdı.

Zeytin bugünde olduğu gibi geçmişte de en önemli tarım ürünüydü bu bölgede. Hatta o kadar değerliydi ki yasalar ile ağaçlar korunuyordu. Rastgele kesilmesi ve köklenmesi yasaktı. Toplama işlemi bugün olduğu gibi elle ve değneklerle yapılırdı. Toplanan mahsul, çuvallara doldurularak ezilirlerdi. Efesliler zeytini hem yemek için hem aydınlanmak için hem de temizlik için kullanırlardı. Yaşamlarının her alanı zeytinde saklıymış…

Yetiştirilen yaygın sebzelere baktığımızda ise iklim koşullarına göre; bezelye, fasulye, şalgam, hıyar, soğan, sarımsak, havuç, pırasa, enginar ve kabak yetiştirilirdi.

Yetiştirilen yaygın meyveler ise; elma, armut, erik, incir (yemiş), nar, badem idi…

Efesliler avcılık ile de geçimini sağlarlardı. En çok avlanan hayvan, tavşan, keklik ve yaban domuzuydu…

Arıcılığı söylememek Efes için olmaz elbette. Arılar topraktan yapılma kovanlarda üretilir ve korunurdu. Ki zaten kraliçe arı Efes kentinin simgesidir. Sikkelerinde her zaman olmuştur.

İnsan her zaman insan olduğunu tarihe baktıkça daha iyi anlıyoruz. Sonuç olarak 2 bin yıl dahi olsa aynı insanlardık. Hemen hemen aynı şeyleri yerdik, aynı şeylere üzülür, aynı şeylere sevinirdik. Aşık olurduk, acı çekerdik, fakir olurduk, zengin olurduk. Ama insandık nihayetinde. 

Geçse bile üzerinden 2 bin yıl …


Tarihçi Tolga MERT


15 Ekim 2016 Cumartesi

Artemis Tapınağını Bulan J. Turtle Wood'un Günlüğünden

Artemis Tapınağını Bulan J. Turtle Wood'un Günlüğünden

Tapınağın Bulunuşu

Kısaca

Efes Artemis Tapınağını bulan İngiliz demiryolu mühendisi görünümlü tarihi eser avcısı John Turtle Wood’un günlüğünden ;
Wood, kazılara başladığı günleri şöyle anlatır:
“1863 yılında başlattığım kazılarda amacım uzun zaman toprak altında saklı kalan büyük Diana (Artemis) Tapınağı’nın kalıntılarını ortaya çıkarmaktır. Toprak üzerinde hiçbir kalıntı olmadığı için birçok kişi böyle bir yapının varlığından bile kuşku duyuyor.”
Wood, yayınlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kazı iznini alışını ve devamını şöyle anlatır:
“British Museum’dan Bay Trustees’in yardımıyla kazı izni aldıktan sonra 1863 Mayıs ayında kazılara başladım. Ephesus ve Kolophon’da antik eserleri aramak için 12 aylık bir zamanım vardı. Bulduğum eserleri yurtdışına çıkarabilecektim ama birer kopyasını Osmanlılara vermek zorundaydım. Kazılara başlamak için kazı yapılacak yerlerin sahipleriyle anlaşmak şarttı, bu da gecikmelere neden oluyordu.”
Wood, başlangıçtaki kazı giderlerini kendisi finanse ediyordu. O dönemlerde kazıyı kendi parasıyla yapmak, bulunan eserleri Biritish Museum veya başka müzelere satmak bir gelenek halini almıştı. Ancak şartları ağırlaşan kazı giderlerini kendi başına daha fazla finanse edemeyen Wood, bir süre sonra Biritish Museum’dan para yardımı istedi ve aldı. Bu nedenle Wood’un kazıları “Para karşılığı başarı” ilkesine dayanır. Kazı masraflarıyla bulunan eserlerin parasal değerleri karşılaştırılır. Böyle başlayan Efes Artemis Tapınağı kazılarında sonuç ancak 6 yıl sonra alınabildi.
Wood’un satırlarıyla tapınağın bulunuş öyküsü şöyledir:
“1869 yılının son gününde, uzun zaman öncesinde izi kaybedilen ve yine uzun zamandır tekrar aranan tapınağın mermer temelleri yaklaşık yirmi feet (altı metre) derinlikte toprağın altında bulundu. İşcilerden biri beyaz mermerden büyük ve kalın bir temele rastladığı zaman bunun tapınağa ait olabileceğini düşündüm. Sonraki üç gün bayram olduğu için işçiyi birkaç saat daha fazla çalışması ve biraz daha kazması için ikna ettim. 1870 yılbaşı günü bu temelin en sondan bir önceki tapınağa (Arkaik Tapınak) ait olduğu anlaşıldı”

Tarihçi Tolga MERT


23 Eylül 2016 Cuma

Efes’in Aşk adamı "General Lysimachos"

Efes’in Aşk adamı
"General Lysimachos"

İskender'in generallerinden Efes'i kuran kişi - Lysimachos ( MÖ 323-281)

Küçük Menderes ( Kaystros ), dağlardan, vadilerden sürükleyerek getirdiklerini Antik Efes limanına yığmaya başlayınca, liman bataklığa dönüşmüş ve kent yaşanmaz bir hal almıştı. İşte Efes’in böylesine yok olmaya başladığı dönemde
Büyük İskender’in ölümünün ardından, onun komutanlarından Lysimakhos Efes’e hâkim olmuştu. (M.Ö 290) 

Lysimachos zeki bir adamdı. Diğer generallerin birbirleri ile olan hâkimiyet mücadelesinden faydalanarak 9000 talentlik (yaklaşık 5 milyon altın) bir hazineyi himayesine almış ve Bergama’da saklamıştı. Bu gizli yerin korumasını da en çok güvendiği adamı  Phileteros’a vermişti.

Kentin bataklık halini alan görünümünden de faydalanarak yeni bir kent kurma fikrini oluşturmuştu. Nasıl olsa para çoktu.

Gerekli araştırmaları yaptırdıktan sonra yeni kentin yeri için en uygun yer Bülbül dağı ve Panayır dağının arasındaki vadiydi. Kendisi de inceledikten sonra emri verdi.

Kent bu vadi arasına kurulacaktı…

Nitekim de öyle oldu. Kısa sürede büyük bir kent kuruldu. Deniz kenarında, emniyetli ve manzarası olan bir yerdi.

Lysimachos’un 2 karısı vardı. Bunların üzerine ise 3. Olarak Arsinoe adlı Mısır kralının kızı ile evlendi.

Yeni kenti kurduğunda 3. karısına olan aşkından kentin adını onun adı yapmıştır. Bu ad Arsinoe'dir. Lysimachos'un ölümüne kadar bu ad ile anılmıştır resmiyette. Fakat geçmişten gelen Ephesos adı elbette daha kalıcı olmuştur. Kısa bir süre bu adla anılsa da değişim sağlanamamıştır.

İşte aşk koskoca bir şehir kurup o şehre sevdiğinin adını vermekle vücut bulmuş Efes’te. Hala Efes dediğimize göre çok etkili olmamış tarihte. Fakat karısının üzerinde etkili olduğuna eminim. Düşünsenize küçük hediyeler ile bile mutlu olan kadınlarımız koskoca bir şehrin adının onun adı ile anılmasına nasıl bir tepki verirdi?

Bence çok romantik :)  Sizce?


Tarihçi Tolga MERT 



5 Eylül 2016 Pazartesi

İşgal ve Kurtuluş - Yeniden Diriliş

İşgal ve Kurtuluş

Yeniden Diriliş

                                                          7 ve 8 Eylül'ün Ruhu

1. Paylaşım Savaşı son bulmuş, dünya artık yeni bir düzene girmişti.


Yıl 1919…

Tüm Anadolu, emperyalistlerin sömürü merkezi halini almış ve bu durumdan elbette bölgemiz de etkilenmeye başlamıştı. Yapılan gizli anlaşmalar ile Anadolu’nun dört bir yanı gizliden gizliye pay edilmişti. Bu anlaşmalardan St. Jean Moruienne anlaşması ile Kuşadası İtalyanlara vaad edilmişti.

7-8 Mayıs 1919’da Kuşadası’na gelen İtalyan gemisi Regina Elena Gemisinin komutanı Albay Alessandro Ciano, Kuşadası kaymakamına “geminin bir hafta limanda kalacağını ve gemi tayfasının her gün karaya çıkıp gün batımıyla da tekrar gemiye döneceğini”  bildirdi.  Panik havası yaratmamak için bu söyleme başvuran Albay Alessandro Ciano’nun niyeti iyiden iyiye anlaşılmaya başlanmıştı.

8 Mayıs günü erken saatlerde inceleme yapmak üzere Selçuk’un 5 km’sine kadar gelmişti. Buradaki amacı İzmir’in Yunanlılara verilmesi durumunda İzmir-aydın demiryolunu ele geçirmekti.

Ardından 12 Mayıs günü Mondros’a aykırı olarak şehirden satın aldıkları keresteler ile bir iskele yapımına koyulmuşlardı.

Nitekim 14 Mayıs günü İzmir Yunanlılar tarafından işgal edileceği resmen ilan edildi…

 Bu durumun ardından 14 Mayıs 1919’da Kuşadası Hükümet konağı İtalyanlar tarafından işgal edildi. 2 tabur 1 piyade alayı, 2 dağ bataryası ve 1 bisikletçi taburu işgali gerçekleştirdi.

Aynı gün Selçuk’un işgali için 202 deniz eri görevlendirildi. Bugünkü Carpouza Cafe eski adıyla Huck Otel’in önüne çıkarak işgalin gövde gösterisini yaptılar.

1 gün sonra İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edildi.

Bu andan itibaren İtalyanlar daha çok iyi niyetli imajı vermek istemişlerdir. (sağlık hizmeti, iletişim hizmeti, eğitim hizmeti gibi hizmetler ile yerel halkın gönlünü kazanmayı amaçlamışlardır.)
İtalyanlar İzmir’in Yunanlılarca resmen işgalinin ve Aydın’a doğru yürüyüşünden tedirgin oldular ve işgal hattını Arvalya mevkiine kaydırdılar. Burada Yunan ve İtalyan işgal bölgesinin tampon bölgesi olmuştu.

İzmir’e 15 Mayıs’ta çıkan Yunan, 25 Mayıs günü demiryolu aracılığı ile geldikleri Selçuk’u işgal ettiler.

Yunan işgali İtalyanlar gibi olmamıştı. Kin ve nefret ile geldikleri bu topraklara rüzgar ekip fırtına biçtiler. Müslüman ahaliyi katlettiler. Hatta İtalyanlar yerli halka ve Kuvayı Milliye çetelerine  az miktarda da olsa destek vermişlerdi.

Yunan mezaliminin bu topraklara yaptıkları elbette anlatmak ile bitmez. Çünkü dolduruşa gelmiş, kinlenmiş bir insan topluluğundan başka bir şey beklenemezdi. İtalyan işgali ise daha çok uzun soluklu kalma düşüncesinde olduğundan bu tür girişimlerde bulunmamıştır. Nitekim tabloya bakıldığında ikisi de işgal, ikisi de vatan toprağı için tehdit idi…

Anlatılacak çok şey olmasına rağmen özetle bu şekilde yazabildim bu işgali. Kurtuluş savaşının önemi sayfalara, asırlara sığmayan bir mücadeledir. Türk milletinin bu topraklar üzerinde var ya da yok oluş harekatıdır. Bu harekat sonucunda;

1922 yılında 6 Eylül Söke, 7 Eylül Kuşadası, 8 Eylül Selçuk ve nihayetinde 9 Eylül’de İzmir kurtuluşa ermiştir.

Selçuk 156. Alay akıncı birlikleri tarafından kurtarıldığı için adı bir süre “AKINCILAR” olarak anılmıştır.

İçerisinde tarifi imkansız acılar bırakan bu mücadelenin sonucu ise tarifi imkansız bir mutluluğa şahitlik etmiştir. 

Saygılarımla anıyorum KURTULUŞUN KAHRAMANLARINI …



Tarihçi Tolga MERT

Değerli bilgilerinden faydalandığım Tarihçi Ali CAN Hocama da saygılarımla ...


SELÇUK-14 MAYIS 1919 (Ali Can arşivi)
 
İtalyan-Yunan tampon Bölgesi Arvalya Mevkii   (Ali Can arşivi)







24 Ağustos 2016 Çarşamba

Efesli Artemis Tanrı ve Tanrıçaları Yeni Evine Taşıyor "NEA EFESSOS"

"Kentimiz Güzelleşiyor"

Efesli Artemis
Tanrı ve Tanrıçaları Yeni Evine Taşıyor

"NEA EFESSOS"

Tek tanrılı dinlerin yayılmaya başlaması ile antik tanrı ve tanrıçalar çaresiz kalmışlardı. İnsanların artık onlara biat etmeyeceklerini öğrendiklerinde bu dünyada kalmalarının çok zor olduğunu fark etmişlerdi. Bu yüzden her bir tanrı dünyevi görevlerini bırakarak Olimpos ’a kalıcı olarak geri dönmdü.

Yüzyıllardır dünyada “Antik Yunan Tanrıların” el çekmesiyle kötülükler, savaşlar artarak günümüze kadar gelmişti. İnsanlık dünyada her zamankinden daha kalabalık ve her zamankinden daha vahşi hale gelmeye başlamıştı. Yunan tanrıları Olimpos Dağı’nda çaresizce dünyayı izlemekteydiler. Dünyanın gidişatının iyi olmadığını acilen tüm tanrıların görevleri başlarına dönmeleri gerektiğini tartışıyorlardı.

Bu tartışma sürüp giderken insanların artık onları istemediklerini söylemişti baş tanrı Zeus. Ve gitseler dahi dünyada barınacakları bir yerin olmadığını söylüyordu. Dünya 2000 yılda çok değişmişti. Fakat Zeus istek üzerine bu konuyu tartışmak için tüm tanrıları Olimpos’ta ki evine topladı.

Bu tanrılar;
Zeus, Poseidon, Demeter, Hephaistos, Hermes, Dionysos, Artemis, Aphrodite, Athena, Apollon, Ares, Narkisos, Hades, Flora, Hestia ve Hera idi.

Günler süren tartışmalarda bir kısmı dünyaya inmeleri gerektiğini söylerken bir kısmı da artık insanların onları istemeyeceklerini ve barınabilecekleri bir yerin dahi olmadığını söylüyordu. Fakat bir yer vardı. Bu 16 tanrınında hislerinin birleştiği tek nokta burasıydı.
Bu yer Antik Dünyanın en büyük liman şehirlerinden , Artemis’e bağlılığı ile bütünleşmiş kent Ephesus (Efes) idi. Mistik düşüncelerin tanrı ve tanrıçalarda en ağır bastığı coğrafya burasıydı. Dünyayı değiştirmeye tanrılar buraya gitmeye karar verdiler. Burada en büyük sorumluluk ev sahibesi olan Artemis’e düşmekteydi.
Artemis yeryüzüne indiğindeki ilk nokta Artemis tapınağı idi. Antik evinden hiçbir eser kalmadığını gören Artemis arı ve geyiklerini toplayarak kente ve dünyaya hâkim bir nokta göstermelerini istedi.
Gösterdikleri bu nokta Efes kentine en hakim tepelerden birisi olan ve bugün “NEA EFESSOS” adlı butik otelin ta kendisiydi. Artemis Olimpos’a giderek baş tanrı Zeus’a;

- artık dünyaya dönebiliriz, dünyanın en iyi noktasında evimiz var, dedi.

Zeus’ta Artemis önderliğinde tanrı ve tanrıçaları toplayarak Efes’e bugünkü Selçuk’a geldiler. 16 odalı bu otelde her biri bir odaya yerleşti. İnsanlar ile iyi geçinmeleri gerektiğini anlayan tanrı ve tanrıçalar artık evlerinde insanları ağırlamaları gerektiğini düşünüyorlardı, dedi.

Zeus’ta Artemis önderliğinde tanrı ve tanrıçaları toplayarak Efes’e bugünkü Selçuk’a geldiler. 16 odalı bu otelde her biri bir odaya yerleşti. İnsanlar ile iyi geçinmeleri gerektiğini anlayan tanrı ve tanrıçalar artık evlerinde insanları ağırlamaları gerektiğini düşünüyorlardı. Tanrısal güçlerini de kullanarak bu noktayı tanrı ve tanrıçaların evi “Nea Efessos” adını vererek dizayn etmeye başladılar.

Yüzyıllar sonra dünyaya döndükleri için mutlu olan tanrı ve tanrıçalar bütün insanlığın kendilerini ziyaret etmeleri için “Nea Efessos”a gelmelerini istemektedir. Eylül ayında “Nea Efessos” butik oteli bütün insanlık ile buluşuyor.

Bu hayal ürünü hikayeyi ortaya çıkarmam da ki amaç belki de olayların böyle gelişmesini istediğim dendir. :)

Kentimizin dokularını yansıtan daha nice eserlerin ortaya çıkması dileklerimle ...
Tarihçi Tolga MERT


22 Ağustos 2016 Pazartesi

EFESLİ KADINLAR… “Makyaj ve Takı”

EFESLİ KADINLAR

“Makyaj ve Takı”

KADIN HER ZAMAN KADIN

Efes’te kadınlar bugün olduğu gibi maddiyatı iyiyse makyaj malzemeleri alıp kullanabiliyorlardı. Yani çirkin kadın yoktu bakımsız kadın vardı Efes’te … 

Mesela esmerliğinden çok rahatsız olan kadınlar yüzlerini beyazlaştırmak için beyaz kurşundan elde edilen bir tür pudra kullanmaktaydılar. Gözlerini ve kirpiklerini boyamak yaygın bir alışkanlıktı.

Dudak ve yanaklarda bir tür ruj ile boyanırdı. Vücutlarındaki istenmeye tüyleri bir tür arsenik karışımı ile yok ediliyordu.

Yine Efesli kadınların gülüşlerini güzelleştirmeleri için pomza tozu ya da öğütülmüş boynuzdan elde edilen tozla dişlerini temizlerlerdi.

Vücutlarını sabun yerine geçen zeytinyağı ile yıkarlardı. Yağ vücuttan arındırılırken yanında kiride götürüyordu.

Efes’in bazı kadınları bugün olduğu gibi sarı saçlılığa özenmişlerdir. Bu yüzden ya saçlarını boyarlardı ya da peruk takarlar imiş…

Ayna, tarak yaygın olarak kullanılıyordu. Parfüm kutuları ince ve zarif kutulardı.
Saçlarını omuzlarına değecek şekilde bırakırlarmış. Saçlarını şekle sokmak için ise kurdele ve toka kullanılırdı.

Bitki köklerinden elde edilen kırmızı boya kadınlar için önemli bir makyaj malzemesiydi.

Takılarda bugün olduğu gibi kadınların gözlerindendi. Kazılarda ve mezar buluntularında bunları görmekteyiz. Özellikle altın ve gümüşten yapılma takılar kullanılmaktaydı. Ucuz yollu takılar ise bronz, demir ve kurşundan yapılıyordu.

Doğu ile batının etkileşime girdiği hellenizm (M.Ö 4 Yy.) dönemlerinde kıymetli taşlarda takılardaki yerini almıştı.

Giysilerini iğne ve broşlar ile tutturuyorlardı. Bunlar aynı zamanda süs eşyaları idi.
Kulaktan sarkan uzunca küpelerde kullanılırdı özellikle altın ve gümüşten yapılma. Bu küpelerin birçoğu ince işçilik gerektiriyordu.

Soylu Efesli kadınlar kıymetli taşlar ile süslenmiş saç bantları da takmışlardır.

Bileziklerin çoğu yılan başı biçiminde süslemelerle işlenmiş olması etkileyiciliğini arttırıyordu…
Boyunlarına zincir ve gerdanlık takmaları o günlerde de modaydı.

Efesli kadınlar özel günlerde durumlarına göre bazen altından taç takarlardı bazen de taçlar çeşitli çiçeklerden, kavaklardan ve zeytinden yapılırdı.

İnsan her dönemde insan, kadın her dönemde kadın… Süslenmek doğasında var kadınlarımızın büyük ihtimalle, fakat onları bizlerden ayıran belki de en ince detaylardan birisi budur. Elde olan neyse onuna fark yaratmış kadınlar bu topraklarda da dünyanın her hangi bir noktasında da …

Yukarıda böyle madde madde yapmamın sebebi daha anlaşılır olmasıydı, zira bu listeyle çok uğraşsaydım belki birkaç ciltlik malzeme çıkardı.


Çünkü konu kadınlarsa madde bitmez…  

Tarihçi Tolga MERT 


10 Ağustos 2016 Çarşamba

KURTULUŞ YOLU

 KURTULUŞ YOLU 

1990 ’lı  Yıllarda bu kentten Mehmet AKSOY gibi bir heykeltraş geçti.

Ne mi yaptı?

Bugün istasyon meydanı dediğimiz yerde, tarihi Bizans su kemerleri ile karşı karşıya olan “Kurtuluş Yolu Anıtı” ismini verdiği eseri yaptı.

Bu eser dünyada eşine az rastlanan, muazzam bir sanat birikimi ve hesaplama yöntemiyle yoğrulmuş bir eserdir. Heykeltıraş Mehmet AKSOY, bu anıtı yaparken tam 3 yıl boyunca güneşi gözlemleyerek hesaplamalar yapmıştır. Bu hesaplar sonucunda koskoca güneşi murcunun ucuna takarak planladığı eseri gün yüzüne çıkarmıştır. 1995 yılında başlayıp 1998’e kadar azimle, mantıkla, sabırla, sanat ruhu ile kentimize asla unutmayacağımız bir eser bırakmıştır.

Santim santim her milimetresini ince hesaplar ile bezeyen Mehmet AKSOY ’un hesapları sonucu Ağustos ayının 26. Günü saat tam 12.30’da işlediği mermerin üzerinden doğan güneş Atatürk ‘ün yüzünü bütünüyle bizlere göstermektedir. 

26 Ağustos Büyük Taarruzun başladığı gündür. Eserin içerisinden geçerken bu taarruzun insan siluetlerini, ruhunu duvarlarda hissedebilirsiniz. İçerisinde düzgün yürüyemezsiniz çünkü geçiş yolu engebelidir. Çetin doğa koşullarının bir göstergesidir, kurtuluşun zahmetidir. Çünkü az da olsa bu mücadelenin zahmetini hissetmen içindir. Bizler düzlükte yürüyelim diye atalarımızın engebeli yollarda yürüdüğünün resmidir.

Eserin diğer yüzünde Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’ndan dizeler işlenmiştir.
26 Ağustos’ta Atatürk kentimize güneş ile bir kez daha doğmaktadır.

Büyük taarruz nedir biliyor musunuz?
Türk Milletinin var ya da yok oluşunun mücadelesidir.

Teşekkürler Mehmet AKSOY. Bu kente kattığın büyük ve anlamlı eser için teşekkürler. Senden sonra böylesine anlamlı bir anıtta yapılmadı zaten, iyi ki sen yapmışsın.

Ağustos ayındayız, 26 ’sında saat: 12.30’da gidip görün bu anıtı, çocuklarınıza, eşinize dostunuza gösterin. Böylesine değerli bir eserin kentimizde olmasından gurur duyun. Yapana, yaptırana vesile olana, duyarlı olanlara da sonsuz teşekkürler.

Unutmayın Gazi Mustafa Kemal’in de dediği gibi;
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

Ve unutmadan bir sözünü daha eklemeliyim;
Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.

Böyle eserlerin kentimizin her dokusunda çoğalması dileklerimle!

Selam olsun bu topraklara değer katanlara, Selam olsun Mehmet Aksoy’a…


 Tarihçi Tolga MERT 





23 Temmuz 2016 Cumartesi

Demirden Yol ’un Uyandırdığı Kent: Ayasuluğ (Selçuk)

Demirden Yol ’un Uyandırdığı Kent: Ayasuluğ (Selçuk)

Demirden yolun Gelişi:

14 Kasım 1861 tarihinde İzmir-Kozpınar arasındaki tren yolu hattı açılmış ve taşımacılığa başlanmıştı. Ardından o zamanlardaki adıyla Ayasuluğ’a doğru demiryolu çalışmaları devam edecekti. Kozpınar-Ayasuluğ yolu mesafe olarak 11 kilometrelik dümdüz bir araziydi. Fakat buna rağmen istenilen başarıya bir türlü ulaşılamamıştı. En büyük sebebi ise Selatin dağının sert kayalıklarının tünel yapımına elverişsiz olmasıydı. Bu dağın izin vermediği yol mecburen Ayasuluğ’a kaydırıldı.

11 km’lik yolu döşemek 11 aylarını almıştı. Ayda 1 km yol döşemek o dönemde bu işler için çok yavaş sayılırdı.

15 Eylül 1862 yılında Ayasuluğ ’a ulaşıldı ve bir istasyon inşa edildi. Ayasuluğ istasyonu Punta Garı’ndan (Alsancak Garı) sonra o dönemde yapılmış en büyük istasyondu.
Demiryolu Ayasuluğ’a gelmeden önce yerleşim, bugünkü Ayasuluğ Tepesi ve İsabey Camii arasındaki alandaydı. Demirden yol antik çağın ilk metropolü olan Ephesus kentinin değerini ortaya çıkarmış yani uyuyan kenti uyandırmıştır.

Şirinceli (Kırkında) ünlü yazar Dido Sotiriyu tren yolunun gelişini şu cümleler ile anlatıyor “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” kitabında:

“Çirkince ’de yaşam böyle sürüp giderken bir gün İzmir’den haber geldi; İzmir ile aydın arasında demirden bir yol yapılacak, bunun üstünde koca vagonlar gidip gelecek; yük ve insan taşıyacak; bu yolun bir durağı da Ayasuluğ olacak. Bunu duyunca Çirkinceliler çok sevindiler. Eski kentlerinde bir tren istasyonunun bulunması, ovadaki arazilerinin tekrar değerleneceğini kanıtlıyordu.

Görünen o ki “Demirden Yol” geçmişten günümüze bu topraklarda yaşayan herkesi sevindirdi. Hem insanımızı sevindirdi, hem de kentimizi…



Tarihçi Tolga MERT



22 Temmuz 2016 Cuma

EFES – ROMA İMPATATORLUKLAR DEVRİ

EFES – ROMA İMPARATORLUKLAR DEVRİ

Roma çağında Efes özellikle 1. Ve 2. Yüzyıllardan altın çağını yaşamıştır.

İmparatorlar Efes kentine büyük önem vermişlerdir. Hatta çoğu Roma İmparatoru Efes kentine gelip bir süre burada konakladı. Her gelen imparator kenti mimari açıdan zenginleştirdi. Bu mimari ilerleyiş bir zaman sonra Efes’i İskenderiye’den sonra doğunun en büyük kenti olmasını sağlamıştır. 
Nüfusu aşağı yukarı 300.000’e kadar ulaşmıştı.

Fakat İmparator Neron Efes’in bu altın çağında yaşanan bir karışıklık ile Kutsal Tanrıça Artemis'in Tapınağı’nda bulunan  dünyanın dört bir yanından gelen altın, gümüş hazinelere el koymuştur. Bu hazineleri ivedi bir şekilde Roma’ya göndermiştir. Belki de bugün paha biçemeyeceğimiz kadar hazineyi alan Neron, kentin imar alanında inşasına yardım da sağlamıştır. 
Büyük Tiyatro’nun sahne binası bu dönemde yükselmiştir.

Kürekle almış tane ile vermiş…

Efesliler her zaman Roma İmparatorları ile iyi geçinmişlerdir. Belki yağcılıktır bunun adı ama imparatorlar için tapınaklar yaptırmış ve onları tanrı düzeyine çıkarmışlardır.

Despotluğu ile bilinen İmparator Domitianus M.S 89-96 yılları arasında Efesliler adına bir tapınak yaparak önüne kendi heykelinin dikilmesini istemiştir. Kafası ve kolu günümüze ulaşan bu heykelin akıbeti Domitianus ölünce kırılmıştır. (Efes Müzesi’nde kol ve kafası) Fakat kendisi hayattayken Efes ve Efesliler ile gayet iyi geçinmiştir.

M.S 98 yılına gelindiğinde Efeslilerin en sevdiği İmparator Traianus Roma İmparatoru olmuştur. Traianus dolmaya ve pislenmeye başlayan limanı temizletmiş ve imar faaliyetlerine hız vermiştir. Efesliler de onun adına kente bir çeşme ve bir tapınak yapmışlardır.

M.S 117 yılına gelindiğinde Roma İmparatoru Hadrianus Efes’te yaşanan büyük deprem sonrası limanın temizlenmesine ve imar faaliyetlerine önem vermiştir. Efes’te kendi adına bir tapınak ve bir anıtsal kapı inşa ettirmiştir.

Bu dönemde eğitim ve hukuk sistemi tamamiyle Romalıların isteklerine göre yürüyordu. Bir çok kurumun adı değiştirilip Latince olmasına karşın halk yine Yunancayı kullanıyordu. Günlük yaşantılarında da tamamiyle Greek yaşamında roma yaşamına geçilmişti. Ancak evlenme ve ölü gömme adetlerinde eskiye bağlı kalınmıştır. Kent ve yönetim şekillerinde dahi değişme olmasına rağmen değişmeyen tek şey din olmuştur. Sadece Artemis’in adı Diana, Zeus’un adı da Jupiter olarak anılmaya başlanmıştır…

Dünyada kentler ve halklar nasıl yönetilmeyi hak ediyorsa öyle yönetilmiştir. Efes imparatorlar, krallar, valiler ile her zaman iyi geçinip refahlarına önem vermişlerdir. Tarihte böylesine zengin yaşamalarının en önemli sebeplerinden biriside budur. Anlaşmazlık yoluna gidilseydi yöneticiler ile belki bu denli bir ihtişam ile bahsedemeyecektik Efes'ten... 

Yöneticiler ile geçinemeyen halklar daima yok olmuştur. Maalesef dünyanın düzeni bugün de tabir ettiğimiz gibi yağcılık, yaranma yöntemleri ile ilerlemektedir. Taraf olmayan her zaman bertaraf oluyor ... Bu iş bugünde böyle yarın da böyle olacak. 

Fakat böyle giden bir düzende her şey ve herkes mutlaka kendisinden ödün vermeye mecburdur.

Tarihçi Tolga MERT









18 Temmuz 2016 Pazartesi

KAYBEDEN NESİLLERİZ

KAYBEDEN NESİLLERİZ

Bir neslin beyinen ölüşünü görüyorum…

15 Temmuz darbe girişiminin ardından sosyal medya ve televizyonlarda yüzlerce görüntü, video, yazı paylaşıldı. Ben ve akranlarım ne bir darbe gördü ne bir savaş. Fakat az çok hepimiz biliyoruz darbe nedir ne değildir. O gece darbe ve savaş çığlıklarının hislerimize işlediği geceydi.

Burada ben darbeyi yazmayacağım zaten her yerde bu konuşuluyor…

15 Temmuz gecesi herkes gibi bende sabaha kadar uyumadım. Ülkemde neler oluyor diye hem sosyal medyadan hem de televizyonlardan olan biteni izledim. Görüntüleri ve yazılanları gözlemlediğimde dehşete kapıldım.

İnsanım, ülkem binlerce parçaya bölünmüş, parça pinçik…

O gece evde uykudan kalkan kardeşime darbeyi anlatırken boğazım düğümlendi, gecenin bir vakti okunan sela ürpertiyordu içimizi. Neyin doğru neyin yanlış neyin düzmece olduğuna kimse karar veremiyordu. Herkes anladığı kadarıyla bir şeyler düşünüyor, yazıyordu.

Kimisi sokağa çıkın diyordu, kimisi çıkmayın, kimisi darbeye alkış tutuyordu, kimisi karşı çıkıyordu, kimisi askere saldırıyordu, kimisi askeri kolluyordu. Kimisinin ise hiç bir şey umurunda değildi. Herkes bilinmezlikler içinde hareket ederken hepimizin akıllarında şu soru vardı.

Yarın nasıl bir güne güneş doğacak?

Dün nasıl doğmuştu ki yarın farklı doğsun. Psikolojisi her geçen gün farklı olaylar ile bozulan, aklını yavaş yavaş kaybedenler ülkesi haline geldik. Coğrafyamızın dört bir yanı kan gölü olmuş iken artık ülkemizin de dört bir yanı kan gölüne döndü. Haliyle bu ülkenin insanı ruhen bitme noktasına geldi. Karanlıklar ülkesine dönüşüverdi dünyanın en güzel gökyüzünün altı. Siyasete güven yok, devlete güven yok, askere-polise güven yok arkadaşına, eşine, dostuna güven yok. Güven bu ülkeyi terk etti.

Kim için, ne için birbirini öldürdüğünü bilmeyen canavarlar türedi. Biz bunları tarihin her döneminde yaşadık. Her zaman bizi, bize kırdırmaya çalıştılar. Ama etnik kökeni ile ama siyasi görüşü ile ama dinsel kökenleri ile. Benden olmayan düşmanım, senden olmayan düşmanın oldu. Olan kimlere oldu yine biliyor musunuz? Masum insanlara, masum halka, masum gençliğe, geçmişimize ve geleceğimize.

Bilimle, sanatla uğraşması gereken nesiller birbiriyle uğraştı. Kitap okumadı kitap yaktı. Kitap okuyanı, okumayanlar itibarsızlaştırdı.

Son gelinen noktada “ en büyük asker bizim asker “ naraları ile vatani görevini yapmaya giden Mehmetçiğimizi itibarsızlaştırdınız. Birinin iyi olması için karşı tarafın kötü olması gerekmez. Her Türk asker doğardı ya şimdi ne doğacak? Bilinçsizce savaş çığırtkanlığı yapmayalım.

Paranoyak ve psikolojik olarak çökmüş bir millete her şeyi yaptırabilirsin. Vakit varken bizler onlardan olmayalım.

Bu ülke hepimizin ve birimiz hepimiziz.

Allah bir daha bizlere böyle bir gün yaşatmasın…


Tarihçi Tolga MERT 






22 Haziran 2016 Çarşamba

"Şirince Taş Mektep Tanzimat' tan Cumhuriyet'e Eğitim Tarihi ve Mübadele Müzesi" AÇILMIŞTIR.

Şirince Mübadele Müzesi çalışmamız sona ermiştir. 
Şirince'ye girişte solda Eskiden Rum Okulu olan ve şimdilerde Artemis Restaurant & Şarapevi olarak hizmet veren binanın içerisinde oluşan müze artık Şirince'ye farklı bir bakış açısı getirecektir. 

Tam anlamıyla bir Mübadele köyü olan Şirince, müzesi ile daha anlamlı hale gelmiştir . Sengel Group 'un sponsorluğunda yapılan proje, bugün itibari ile faaliyete geçmiştir. 

Birbirinden değerli belge, bilgi ve objelerin olduğu müzede sergilenen tüm obje ve belgeler orijinaldir ... 

Mübadelenin yani atalarımızın ruhunu hissedeceğiniz müzemizi mutlaka görmenizi isterim

Şirince 
Taş Mektep 

Tanzimat' tan Cumhuriyet 'e Eğitim Tarihi ve Mübadele Müzesi



Sizleri bekliyor...


15 Haziran 2016 Çarşamba

LİDYA’NIN EFES’İ FETHİ - “KUTSAL ARTEMİS’İN HALATLARI “

LİDYA’NIN EFES’İ FETHİ
“KUTSAL ARTEMİS’İN HALATLARI “

Antik kentlerin ve yöneticilerinin kaderidir ki ne kadar iyi olurlarsa olsunlar savaş ve istila mutlaka onlara uğrar. Bu yüzdendir ki kentler barış içerisinde çok uzun süre kalamamaktadır.

İşte Efes kenti ve halkı da bu kentlerden birisiydi…

Diğer Ionia kentleri gibi Efes’te pek savaş meraklısı değildi fakat doğudan batıya geçmek isteyen herkesin geçiş noktasında bulunuyordu. Yani Persler ve Lidyalıların Yunanistan’a geçiş noktaları Efes idi… Başka bir konu ise Efes’in muazzam nitelikli limanı dönem dönem savaş üssü gibi kullanılıyordu. Hem Perslerce hem de Yunanlılarca.

Gelelim Lidyalılara…

Bugünkü Manisa (Salihli) yakınlarındaki Sart (Sardes) kentini başkent edinen Lidya’nın ünlü kralı Kroisos (Krezüs) ve diğer adıyla Karun’da sınırlarını genişleterek taaa Efes’e kadar gelmişti…
Antik Çağ tarihçisi Herodotos “Bir sabah uyandıklarında Efesliler bir baktılar ki kentin etrafı Lidya askerleriyle çevrili “  diyor.

Pek savaşçı olmayan Efesliler onlara elbette karşı koyamazlardı. Bu yüzdendir ki onları kurtaracak tek şey olan Lidyalıların da saygı duyduğu Artemis’ti …

Artemis’in tapınak alanı dokunulmazlık alanıydı. Her kim ona sığınırsa ne yapmış olursa olsun o alan içerisinde dokunulmazdı. Efesliler de düşünüp taşındılar ve gizliden gizliye Efes kentinin surlarını Artemis Tapınağı’nın sütunlarına bağladılar. Herodotos’un anlatılarına göre kent, tapınaktan 7 stadion uzaktaydı yani 1,330 km .

Efesliler bunu yaptıklarında Krezüs ‘ün gideceğini sanmışlardı fakat Efes’e kadar gelen kral orayı almaktan vazgeçmedi. İplere hiç dokunmadan Efeslileri boyunduruğu altına aldı. Hatta kenti almasının başlıca sebepleri arasında Artemis’e duyduğu saygı ve hayranlığı vardı.

Kenti aldıktan sonra Artemis Tapınağı’na hiçbir yerde eşi benzeri bulunmayan özel olarak yaptırdığı ( columnae caelatae ) 36 kabartmalı sütun kaidelerini hediye etmişti. ( Bu sütunların kalan tek örneği British Museum ’da )

Efes halkı bu hediyeden çok mutlu olmuş ve yeni kralları ile hoş geçinmeleri gerektiğini anlamışlardı…

Bir müddet sonra zaten halk normal yaşamına döndü, Efes Tiranı Krezüs’ün kız kardeşi ile evlenmişti (İ.Ö 580).

Bundan sonra halk mutlu mesut yaşamına dönmüştü, tek fark sadece Lidyalılara biraz vergi ödeniyordu.

İşte halklar her zaman böyle şanslı olmayabiliyor. Günümüzden baktığımızda Ortadoğu cehenneme dönmüş vaziyettedir. İyi yöneticiler çıkmazsa dünyada bu tip yerler her zaman artacaktır. 

Belki halatlarımızı bağlayacağımız bir yerimiz dahi olmayacak …

Tarihçi Tolga MERT












Selçuk Efes Kent Belleği #EfesSelçuktanerelergezilir

  Selçuk Efes Kent Belleği Zaman Yolculuğu Efes Selçukluların ve Efes Selçuk’un tarihine, doğasına, insanına ilgi duyanların paylaşım noktas...