TANRIÇA ARTEMİS’İN
UYANIŞI
II. Dünya Savaşı’ından
uzun bir süre sonra 1954 yılında, Avusturyalılar Efes’te kazılara yeniden
başladılar.
Kazı ekibinin başında Profesör Miltner vardı. Miltner idealist ve tutkulu birisiydi, daha
önce yapılmayan bir şey yapmak istiyordu Efes’te.
Bugün Kuretler Caddesi
dediğimiz, Bülbül dağı ve Panayır dağı arasında kalan bölge hala toprak
altındaydı. Bu bölge kentin tam ortasında ve eski kutsal yol üzerinde
olduğundan çevresindeki anıtların önemli olması gerekiyordu. Fakat işi zordu. Bu mevki, vadinin en dip
noktasıydı ve diğer alanlara göre daha çok toprak kalınlığı vardı. Bu bilgiler dâhilinde
kazılar başlamıştı.
O mevki üzerindeki tüm
yapılar birer birer tüm hızıyla ortaya çıkarılıyordu. Fakat diğer kazılar gibi
derinlemesine incelemeler pek mümkün olmuyordu. Bu durum da bir çok önemli
bulgunun gözden kaçmasına neden oluyordu.
Miltner, açtığı bu
caddenin adının ne olduğunu düşünürken, burada bulduğu bir yazıt, Kuret denilen
rahiplerin kent yönetimine katkılarından bahsediyordu. O halde bu cadde “Kuretler Caddesi”
olmalıydı, demiştir. Oysa ki bu yazıtlar Efes Belediye binasına
ait yazıtlardı. Fakat bu yanlış isim günümüze kadar bu şekilde gelmiştir.
Bu belediye binası
(Prytaneon), aslında onu üne kavuşturacak olan yerdi !!!
1956 yılının 18 Eylül
günü hava alabildiğine sıcaktı …
Profesör yanına doğru
koşan bir amele çavuşunu fark etti. Kan ter içinde kalan çavuş heyecandan
bayılacaktı, sonra kekeleyerek;
“Profesör bey, profesör
bey, bir heykel bulduk, bütünü altın.”
Biraz Türkçe bilen
Miltner, kulağına inanamamıştı ve bir daha tekrarlatmıştı. Ardından yaşlı ve
yorgun bedeniyle Belediye Sarayı’na koştu.
Gerçekten bir heykel
bulunmuştu, hem de en görkemlisinden. İşçinin söylediği gibi altın değildi ama,
bu Efes’te ilk kez bulunan bir Efes Artemisi heykeliydi. Şans Miltner’e
gülmüştü ve bu onu şan ve şöhrete kavuşturacaktı.
Profesör sevincinden ne
yapacağını şaşırmıştı ve biraz dikkatli baktığında, belden üst kısmında bazı
altın kaplama izleri görülüyordu. İşçi altın diye bunu kast etmiş olmalıydı.
Yüz üstü yatan heykeli çevirdiklerinde bütün güzelliği meydana çıkmıştı.
Civarının en iyi mermerinden yapılmıştı. Şimdiye dek bundan daha güzel bir Efes
Artemis’i bulunmamıştı. Miltner heykele “ Güzel Artemis” adını taktı. Miltner
artık Belediye Sarayı’ndan ayrılmıyordu. 3 gün sonra 11 Eylül günü öbüründen
daha büyük bir Artemis heykeli buldu.
Fakat enteresan bir şey
vardı. İki Artemis’te yapının altına adeta gizlenmiş bir vaziyetteydiler. Bir depremde yıkılmış
olsalar kırılma olasılıkları çok yüksekti. Olsa olsa bulunduğu yere itilip
üzeri toprakla örtülmüş olmalıydı. Çünkü bu binadan diğer yapılar için yapı
malzemeleri alınmıştı. Bu heykellerde kırılıp götürülebilirdi.
Acaba bu durumu Efesliler’in
Hristiyanlığa rağmen Artemis’e olan saygısına mı bağlamak gerekiyordu?
Güzel Artemis 1500 yıl
toprak içinde rahat uyumuştu, fakat uyandığında pek rahat verilmedi…
Daha Türkiye’de pek
kimse görmeden Brüksel’e bir sergi için gönderilmişti. Geri döndüğünde Selçuk’ta
uygun bir müze binası olmadığından İzmir’de Fuar Arkeoloji Müzesi’nin en
değerli eseri olarak 6 yıl boyunca sergilendi. Bu geçen sürede Efes’te yüzlerce
eser çıktı ve zorunluluktan Selçuk’ta modern biz müze binası yapımına başlandı.
Bittiğinde artık Artemis’in evine dönme vakti gelmişti. 1964 yılının bir Pazar günü
kısa bir yolculuk yaparak evine geri döndü.
İşte Artemis'in ihtişamı dünyayı kasıp kavurmuştu. O şu an evinde Efes Müzesi'nde insanlığı selamlamaktadır.
Tarihçi
Tolga MERT
Tolga MERT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder