YÜZÜNCÜ YILINDA
HER YÖNÜYLE
MÜBADELE
Sandıklara Sığdırılan Hayatlar
Anadolu,
binlerce yıldır göçün getirdiği çok renklilik ile medeniyetlerin beşiği
olmuştur. Bugüne kadar geçen süreçte her medeniyet kendince bu toprakların
zenginliğine zenginlik katarak geleceğe taşımıştır. Dünüyle bugünüyle, varıyla,
yoğuyla bu topraklar kardeşçe yaşamın da öz vatanı olmuştur. Savaşlar,
salgınlar, depremler, istilalar ile gidenlerle gelenler aynı güneşin altında
nefes aldılar, aynı topraktan verim aldılar, aynı suları içtiler, aynı ekmeği
bölüştüler.
İşte
bu göçlerin en büyüklerinden olan” 1923 Büyük Nüfus Mübadelesi” iki yakanın
bağrındaki insanlara geri dönüşü olmayan tarifsiz duygular yaşatmıştır. Bugün
Efes Selçuk’u oluşturan insan popülasyonunun ise neredeyse temeli bu büyük olay
ve sonrasında gelişen olaylarla oluşmuştur. O dönemlerde adı Ayasuluk olan
Selçuk’ta olmayan yerleşim Şirince’de devam ettiği için, yaşanan göç öncesi ve
sonrası hemen hemen her şey bu güzel köyümüzde geçmiştir.
İşin
özüne bakacak olursak aslında anlatılan senin hikayen, anlatılan bizim
hikayemiz…
AYNI GÖKYÜZÜNÜN ALTINDA
AYNI DENİZİN İKİ YAKASINDA
"Şu yeryüzünde cennet
diye bir yer varsa, bizim Kırkınca - Şirince cennetin bir parçası olması
gerekir. Ormanlarla kaplı dağlı bir bölgede kuruluydu köy. Önümüzdeki denize
kadar göz alabildiğine uzayan Efes ovası… Ve baştan başa yemiş bahçeleriyle,
incirliklerle, zeytinliklerle, tütün, pamuk, mısır ve susam tarlalarıyla dolu
olan bu ova bizim köye aitti."
“Dido Sotiriyu – Benden
Selam Söyle Anadolu’ya”
RUMLAR’IN ÇİRKİNCESİ
MÜBADİL TÜRKLER’İN ŞİRİNCESİ
Kısaca
Bugünkü Selçuk ilçesi sınırlan
içinde kalan yerleşmeler, Osmanlı devri boyunca büyük iskan değişikliklerine
uğramıştır.En önemli iskan değişiklikleri 19. yüzyılda Balkanlardan alınan
göçler, Yörük aşiretlerinin iskanı ve İzmir-Aydın demiryolunun yapımıyla vuku
bulmuştur.
Bütün
bu değişikliklere karşın, bölgede önemli bir Rum nüfus barınmıştır. Söz konusu
göç ve yerleştirmeler sonucunda bölge nüfusu, çok az bir farkla Müslüman
nüfusun lehine dönmüş ve 1923-24 Türk-Yunan Mübadelesi ile bölgede hiç Rum
kalmamıştır. Bölgeden göç eden Rumlar, Atina ile Selanik arasındaki Katarini kasabasına bağlı “Nea
Ephesos” adında bir köy kurmuşlardır.
Settlements
within the borders of today’s Selçuk were exposed to huge housing changes
throughout the Ottoman Era. Migrations from the Balkans in the 19th
century, the Yoruk tribe settling in the area, and the construction of the
Izmir-Aydın railway were the most important housing changes.
In
spite of these changes, an important Greek population took shelter in the
region. Together with the said migrations and settlements, the region had a
population slightly in favour of Muslims, and no Greeks were left in the region
after the 1923-24 Turkish – Greek population exchange.
MÜBADELE ÖNCESİ ŞİRİNCE
İzmir’in Selçuk (Ayasuluk) ilçesine bağlı
Efes Antik Kenti yakınlarında bulunan bir köy yerleşimi olan Şirince,
yüzyıllardır Kırkınca, Çirkince ve bazı kaynaklarada da “Dağdaki Efes” olarak bilinen 350 rakımlı temel
geçim kaynağı incir, zeytin ve üzüm olan bir yerleşim alanıdır.
Söylenegelen bilgilere göre “Dağdaki Efes”
ismi Efes (Ephesos) şehrinin dağılmasından sonra limanın Kuşadası’na
(Scalanova) taşınmasıyla küçük bir grubun buraya gelerek ilk yerleşimi
oluşturduğunu ve bu ismi aldığı düşünülmektedir. “Çirkince” isminin ise
köylerinin güzelliğinin dışarıda bilinmesini istemedikleri için bu ismi
kullandığı söylenir. Osmanlı arşivlerinden takip edebildiğimiz kadar
bakıldığında Şirince 1583’ten 1920’lere kadar “Çirkince” ismi ile anılmaktadır.
1780’li yıllarda Osmanlı döneminde
Çirkince’ye Rumlar yerleştiriliyor ve köy İncir’in ünlü bir merkezi haline
geliyor.
Çirkinceli bir Rum olan
yazar Dido Sotiriyu, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romanında roman
kahramanı Manoli Aksiyotis o günleri şöyle bir anı ile bahseder:
“Bir veba salgını
çökmüştü sanki köye ve canlı namına ne varsa alıp götürmüştü! Çarşı yerinde,
meydanda, sokaklarda bir alay sahipsiz elbise, ev eşyası, kırılmış çanak çömlek
sürünmekteydi. Bir köpek uluyordu zaman zaman, bir kedi miyavlıyordu ve yalnızlık,
daha da kahredici bir hale geliyordu… Ve bizim yüreğimizle, bizim anımızla
yoğruluydu burada her ev, her sokak, her ağaç, bu toprağın her taşı… Bir öfke
bürüdü birden içimizi: Bizim evlerimiz değil miydi bu evler? Bu tarlalar, bu
ekinler, bu ağaç? Burada büyüyüp yetişmemiş miydik biz? Buraya emek vermemiş
miydik? Babalarımız burada gömülü değil miydiler?”
1832 ve 1833 yıllarında
iki kez Çirkince'yi ziyaret eden Arundell, seyahatnamesinde Çirkince'de en az
300 ev bulunduğunu yazmaktadır. 1894 de yayınlanan La Turquie d'Asie adlı
kitabında Cuinet Çirkince'de 2793 kişinin yaşadığından bahsetmekte, Ayasuluk'un
idare merkezinin de Çirkince olduğunu yazmaktadır. Diğer seyyahlar ve
salnamelerden çıkarabileceğimiz ortak sonuç Çirkince'nin 19. yy.da önemli ve zengin
bir merkez olduğu aynı zamanda Ayasuluk'un idare merkezi olma sıfatını da
taşıdığıdır.
Selçuk Efes Kent
Belleği’nin son Efesli olarak kaydettiği Çirkinceli Yorgo Kapsal’ın kızı
Dimitrula Kostaloğlu Çirkince’de yaşadığı günleri o sağlam hafızasıyla kendince
şöyle aktarmıştı:
“Bizim köy boşalırdı
Selçuk’a inerdik. Orada Selçuk’ta incir bahçelerimiz vardı. Hepsinin evi vardı
orada. Yaz geldimi oraya inerdik. Manam çocuk yaptı, manam gelmezdi. Babam
zengindi. Zenginler köyde kalırdı. Dört hane çeşteman (bekçi) her bir yere
konurdu. Gece gezerlerdi. Türk köyleri de vardı, fukara. Onlar sakın gelirler
de kapı açarlar diye. Onlar silahlarla köyü beklerlerdi. Bizim mahalle bütün
zengindi.
Şimdi babam uyanıktı,
okumuş, uyanıktı. O bahçeyi tutmuş, bu bahçeyi tutmuş, incirler toplandı,
toplandı bütün sergilerde. Yedi tane ırgat vardı. Sepetlerle incirleri
toplardı”
Giyim kuşamları, yaşam
tarzları, kültürleri Türk yaşam biçimine benzese bile onları ayıran en büyük
özellik inançları idi. Ortodoks Rum inancı, köyün tüm gelenek ve göreneğini
şekillendiriyordu. Hatta bugün ziyaret edilen Meryem Ana Evi olarak bilinen
yeri Çirkinceliler yüzyıllardır süregelen geleneklerinden biliyorlardı. Öyle ki
her 15 Ağustos’ta Meryem Ana’nın göğe yükselişini anmak için Panaya Kapulu
dedikleri bugünkü bülbül dağı’na yani Meryem Ana Ei diye bilinen yere (Manastır
derlerdi buraya) ayin düzenlemek için 9 saat boyunca yürürlerdi.
İnançları ile var olan
Çirkinceliler yine Büyük Nüfus Mübadelesi ile din esaslı değişime tabi
tutulmuşlardır.
“Çevre köylerde yaşayan
Türkler ile hiçbir problemi olmayan Rumlar, sosyal ve ticari ilişkiler
açısından her daim türklerle bağları vardı. Özellikle Bayram kutlamalarında
birbirlerini ziyaret ederlerdi.
Panayota Katırcı:
“Bayramın ikinci günü
güreş ederlermiş. Güreşçiler kısa boylu olmalıymış. Uzun boylu olursa iyi
güreşemezlermiş. Bayramın ikinci günü bütün yavuklular gelirmiş. Ablalıklar
havaya çekilirmiş. Bir yıl içinde evlenenler, kaç kişiyse yirmi kişi, otuz
kişi, kırk kiş ata binermiş. Gelin önde, güvey arkada!... Gelinler
gelinliklerini giyermiş o gün. Yavuklu oldun. Büyük kese edeceksin! Ufak kese
edersen ayrılıyor kız… Avcunu açacak. Ne kadar alırsa çalgıcılara çarpacak,
serpecek altını… Hep altın lira! Kadınların boyunlarında yedi sekiz sıra altın
olurmuş. Çirkince’nin etrafında Türk köyleri de varmış. Gelip giderlermiş
birbirlerine. Kurban Bayramı’nda onlar bizi çağırırmış, biz de onları
çağırmışız bayramlarımıza, yortularımıza… “Kardeş gibiydik” derdi benim manam.
Pek muhabbetlilermiş, Nasıl bu harp olmuş, Yunan gelmiş, düşmanlık girmiş
araya”
(Kemal Yalçın – Emanet
Çeyiz - Yeni Efes’teki Çirkinceliler”
Birlite yaşamanın
güzelliğini, zenginliğini yaşamış günümüzden bir asır önceki insanlar…
O insanlar kim miydi?
1850
Tarihli Çirkinceli Rumlar’ın Nüfus Yoklama Defteri
“Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olan Çirkinceli
Rumlar’ın Nüfus Yoklama Defteri’nin sadeleştirilmiş hali aşağıdaki listededir.
Buradaki isimler, aynı zamanda Lozan Mübadelesi esnasında Çirkince ’den göç
etmiş ailelerdir.”
18 Mayıs-12 Eylül 1850 tarihleri arasında Ayaslug
Kazası Çirkince köyünde Osmanlı vatandaşı erkek reayanın [gayrimüslim] nüfus
yoklama defteridir.
Hane 7, Demirci Nikola, yaş 33, oğlu Nesture,
doğumu 1265 [1849]
Hane 8, Terzi Mihail, yaşı 38, oğlu Angeli, doğumu
1265 [1849]
Hane 9, Çoban Hıristopol, yaşı 25, oğlu Atanaş,
doğumu 1265 [1849], öldü
Hane 18, Duvarcı Adagide Yani, yaşı 35, oğlu
Yemandi, yaşı 7, öldü
Hane 27, Rençber Haci Mihal oğlu Yorgi, yaşı 25,
hasta, 1265’te [1849] öldü
Hane 42, Rençber Andıreya, yaşı 40, oğlu Vabraş,
doğumu 1265 [1849]
Hane 34, Irgat Manol oğlu Sernabet Nikol, yaşı 55,
hasta, 1265’te [1849] öldü
Hane 28, Rençber Solak oğlu Yorgi, yaşı 27, oğlu
Kiryako, doğumu 1265 [1849]
Hane 51, Duvarcı Mimar oğlu Manol, yaşı 33, oğlu
İsteryo, doğumu 1265 [1849]
Hane 53, Duvarcı Kavurma oğlu Manol, yaşı 35, oğlu
İstiman, yaşı 14, hasta, 1265’te [1849] öldü
Hane 55, Çoban Bekar oğlu Nikol, yaşı 30, oğlu
Simo, doğumu 1265 [1849]
Hane 58, Rençber Yodor oğlu Sava, yaşı 33, oğlu
Mihal, doğumu 1265 [1849]
Hane 59, Değirmenci Dimitri oğlu Haci Taluz, yaşı
65, hasta, 1265’te [1849] öldü
Hane 78, Rençber Lak oğlu Banago, yaşı 50, oğlu
Marko, doğumu 1265 [1849]
Hane 81, Rençber Çolak oğlu Nikola, yaşı 25, oğlu
Andıreya, doğumu 1265 [1849]
Hane 90, Rençber Menac oğlu Nikola, yaşı 33, oğlu
Kiryako, doğumu 1265 [1849]
TOPLAM
Doğan 10, Ölen 6, [toplam] 16
Mevcut Haneler 420, Mevcut Nüfus 989
18 Mayıs-12 Eylül 1850 tarihleri arasında doğan 10
kişi eklendi,
Aynı tarihte ölen 6 kişi düşüldü,
Toplam Hane 418, Nüfus 993
İşbu 18 Mayıs-12 Eylül 1850 tarihleri arasında
Ayaslug Kazası Çirkince köyünde Osmanlı vatandaşı erkek reayadan [gayrimüslim]
doğan ve ölenlerin sayılarını gösteren bir adet erkek nüfus yoklama defteri
hazırlandı.
Sene Hicri - 1266 [ Miladi-1850]
[imza ve mühür]
Aydın Sancağı Kaymakamı
***************************************************************************
MÜBADELE VE SONRASINDA ŞİRİNCE
YENİ EFESLİLER
Dimitrula Kostaloğlu:
“Babam İzmir’deydi. Bir haber geldi: “Çabuk Pampırlara
binin, İzmir’e kaçın.” Manam köyde. Tutu bederin biri, manamın kardeşinin
kızını aldı sonra, o oğlan bizde bederdi, fukaraydı. Ona bir hayvan verdiler,
bizim hayvanlardan.Git ablanı al! Manam tutmuş çuvalın içine sokmuş. O çuvalın
içinde geldi, o çuvalla kaçtık biz.”
(Selçuk Efes Kent
Belleği sözlü tarih çalışmaları - 2013)
Hayrettin Örtül
“Hatırlarım
işte 30 Ağustos’ta buraya çıktık On gün sürdü bizim on üç köy bindi vapura on
üç köy Selanik’den akrabalarla bi daha görüşemeyiz diye helalaştılar hep böyle
kalabalık aileler biribirine…Ondan sonra vapura bindirdiler bizi gidecez de
nereye gidecekler bilmezler ordan Anadolu ama nereye hiç bilmezler bizim burada
doksan üç tane akrabamız var babamın halası İskender Akkoç, Tufan Akkoç var
şimdi İstanbul’da biz İzmir’e geldiğimiz zaman o aldı bizi siz Çirkince’ye
gidin dedi hükümet çünkü sorar nereye gideceksin diye. Selanik’e geldik. Trenle
getirdiler Selanik’e eşya aldık, yer, yataklar eşyamız çoktu hatta hayvan bile
bazıları aldı biz bir köpek getirdik o çoban köpeği koyun köpeğiydi çok
meşurdu. Biz beş kişi amcam evliydi o da aile olarak geldi hepimiz beraber
buraya iskân ettik Florina’dan Selanik’e geldik. Selanik’de vapura bindirdiler
bilemem en büyük vapur adı neydi Gülcemal… çok istifra eden oldu tuttu çok yani
insanları on üç köy bi vapurda Selanik’den bi vapura bindik emide ambara
attılar herkesin öyle ayrı oda moda yok tabi bir ambarda içinde üç kat vardı
hasta hatta bi tane bi çocuk ölü varmış içerde bağırdılar vapur gitmez atın
beni vapur gitmez diye…cenazeler içerde…Herkes börek ekmek Selanik’den
bindiğiniz zaman her şey hazır vermediler hükümet tarafından verilmedi herkes
aldı hakkını vapurda da satarlardı ekmek büyük vapur ya çok büyük vapur.”
(Selçuk Efes Kent
Belleği sözlü tarih çalışmaları - 2008)
Mübadeleye giden süreci
ve mübadelenin sonuçlarını bu kitap içerisinde her açıdan görmemiz mümkün.
Fakat o insanların ne hissettiklerini hissetmemiz, doğrudan onların cümlelerini
hissederek mümkün olabilir. Bir asırı deviren iki çocuğun hafızalarında
kalanları okurken, bir dönemin ruh haliyle konuşur gibi hissediyoruz.Dimitrula
Kostaloğlu ve Hayrettin Örtül milyonlarca çocuktan sadece ikisi. Ve
anlattıklarının sadece bir kısmında bile hayal gücümüzü zorlayıcı duygularla
baş başa kalıyoruz.
30 Ocak 1923 tarihinde
Lozan’da imzalanan “Türk ve Yunan Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve
Protokol” başlıklı uluslararası anlaşmadan sonra karşılıklı olarak zorunlu göç
uygulanmaya başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde verdiğimiz Kurtuluş
Savaşı mücadelesinin kazanılmasının ardından Yunanistan’da Müslüman Türkler,
Anadolu’da Hristiyan Rumlar açık tehtid haline gelmişti. İşte Şirince
(Çirkince) bu durumdan dolayı 1922 yılının sonbaharında boşaltılmak zorunda
kalınmıştır. Yeni misafirleri gelene kadar boş kalan köy, çeteler ve yağmacılar
tarafından elbette açık hedef haline gelerek talana uğramıştır.
Şirince’ye yeniden
yerleşim sürecinde, öncesinde köyde yaşayan Rumlardan duydukları bu köye gelmek
istemiş yeni Şirinceliler. Sözlü tarih çalışmasını bizzat gerçekleştirdiğim 1955
Şirince doğumlu Ahmet Dereli, bu durumu en güzel aktaranlardan biri olmuştur.
“Şirince’ye dedelerimiz gelmiş. Selanik’ten geliyorlar.
Mübadele göçmeni olarak geliyorlar. 1924’te. Babamlar burada dogma. Selanik,
Kavala, Müştiyan’dan gelmişler. Dedelerin göç hikayelerini çok duyduk. Ama
çocuktuk, ilgilenmedik. Gemilerle gelmişler. Yollarda bütün altı yedi köy
toplanıp gelmişler. Anlatırlardı da biz ya çocuktuk aklımız ermezdi, ya merak
etmedik, dinlerdik.
İlk İzmir’e geliyorlar. Ondan sonra Şirince’ye geliyorlar.
Duymuşlar Şirince’yi. Buradan gidenler tavsiye etmiş. Gelmişler işte, beş-on
kişi. Bakmışlar, beğenmişler. Sonra Şirince’ye yerleşiyorlar. Şirince o
zamanlar kalabalık. Bin sekiz yüz hane olarak Şirince’ye yerleşmişler.
Müştüyanlılar bizimkiler, geldiklerinde ilk yirmi hane falan Giritli varmış.
Onlarda kaçak olarak gelmişler bizden önce. Bizimkiler mübadele göçmeni olarak
gelince, Giritliler’I Selçuk’a göndermişler.“
Yine geminin İzmir’e
yanaşmasından sonraki süreci, karantinaya alınmalarını ve sonrasını Hayrettin
Örtül anlatıyor:
“Orada banyolar vardı.
Yani tecil yaptılar. Yani hastalık mastalık gelir diye. Gelmesin, tecil
yaptılar bizi. Karantina, ama hamamlara soktular bütün halkı. Giren girdi,
girmeyen girmedi. İnmedi vapurdan bile. Biz girdik hepimiz, bütün aile. Oradan
evlerimize trenle getirdiler buraya kadar. Suyu ilaçlamışlar. Aşı yaptılar
hamamdan sonra Tepecik’e getirdiler. Tepecik’te bir gece yattık. İstasyonda
açıkta. Kalabalık anacık babacık. Tabi dağıldı onlar başka tarafa.”
Bu sürecin ardından
Şirince’ye gelerek iskan memurunun gösterdiği eve yerleşmişler. Ceplerinde
kalan son paraları ile kısa bir süre geçindikten sonra devletin o dönemlerdeki
verdiği toprakları işleyerek yaşamlarına devam etmişler.
Yine 1952 yılında
Şirince’de doğmuş Dinçer İnce, aile büyüklerinden dinlediği kadar,
yerleştikleri dönemi şöyle anlatıyyor:
“İlk izlenim çok
ilginç. Babam rahmetli şöyle anlatırdı: İstasyonda indik. Tabi o günün ulaşım
aracı develer, yani bugünkü kamyonun yerini tutuyor. İşte deve katarları
gelmiş, başlarında deveciler var. Tabi ilk garipsedikleri buranın insanları
oluyor. Kara kuru, kavrulmuş insancıklar diyelim. Bizimkiler Rumeli’den gelmiş
zaten geliyorlar buradaki insanları. Lakin bir sene sonra bizde onlara
benzedik. Demekki iklim böyle yapıyormuş. Sonra bud eve katarlarına eşyalar
yükleniyor ve Şirince’ye doğru yola çıkıyorlar. Çıkıyorlar ama yol patika. Yani
elli santimetre genişliği.ne de bir patika. Onlarda yol böyleyse köy kim bilir
nasıldır? Onun tabiri bu: “Masal dünyasına geldik.” zannediyor. Hani anlatırlar
ya yedi katlı yer altında şehirler ya masallarda, Şirince’yi tahmin ediyorlar.
Heralde akşam güneşi ile o gün ışıması ile beraber akşamın o alacakaranlığı
yansıyor. Muhteşem, iki bin haneli bir yerleşim bölgesi.”
Bir bilinmeze
yolculuğun ardından Şirince gibi muazzam derecede güzel bir köye
erişmelerindeki mutluluğu bu satırlardan rahatlıkla hissedebiliyoruz. Ben de 4.
Kuşak bir mübadil olarak konu ile ilgili okuduğum her cümle beni köklerime
götürüyor.
İskender Özsoy’un
Mübadele’nin Öksüz Çocukları kitabında bahsettiği Şirince’nin eski
muhtarlarından Ali Kaya’nın aktardıkları ise insanı derinden etkiler nitelikte.
“Müştiyan’ın yaşlıları
Şirince’ye geldiklerinde mal istememişler. “Gavurun malını ne yapalım, biz
nasıl olsa memleketimize döneceğiz” demişler. Onlar burayı bir türlü
benimseyemedi. Memleket olarak Müştiyan’ı görüyorlardı. Hep oraları
özlüyorlardı.”
Memleket kavramı
gelenler için başkaydı, gidenler için başka ve bugün bizler için başka. Bu
topraklara tüm benliğimizle memleketimiz diyoruz. Küçük yaşta çıktıkları
yerleri hala memleket benimsemeleri ve oranın hayali ile yaşamaları büyük
travma olsa gerek.
Gelen mübadiller artık
yeni vatanlarına alışma süreçlerinde toprağı işlemek anlamında tütüncülüğe
hakim oldukları için bu isle uğraşmışlar. Zeytin ve incir ile geldiklerinde
tanıştıkları için bir süre bocalasalarda ilerleyen zamanlarda tütün kazancının
az olamsı ve devletin tütün ile ilgili kısıtlamalar sebebiyle incir ve zeytine
yönelerek geçimlerini sağlamışlardır.
Geldiklerinde mübadele
ile boşaltılan Şirince’de başka yerlerde yaşanılan çatışmalar, kavgalar,
anlaşmazlıklar yaşanmamıştır. Sadece mübadil göçmenlerde oluşan bir köy olarak
bir süre devam etmişlerdir. Sonraki zamanlarda ulaşımın zorluğu, iş imkanlarının
azlığı gibi sebeplerle genç nesil çevre il ve ilçelere yerleşirken özellikle
bugün Selçuk’u oluşturanlar olarak tarihe geçmişlerdir. Yaşı ileri olanlar ise
köyde kalmayı seçmişlerdir.
Yeni bir hayat, yeni
bir iş, yeni bir okul, yeni bir köy ile yeniden hayatlarını idame ettimişler
Şirince Mübadilleri. Geleneklerini, göreneklerini, örf ve adetlerini burada da
sürdürerek geçmişin izlerini kendilerinde, mekanlarında yaşatmaya devam
etmişlerdir. Köyün tüm eksikliklerini imece usulüyle tüm köyün katılımıyla giderirlermiş.
En hareketli mekanlar ise bugün olduğu gibi köyün kahvehaneleri. Kim bilir ne
sohbetler, ne acılar, ne sevinçler paylaşıldı Şirince’nin kahvelerinde.
Anlatılacak, yazılacak,
unutturulmayacak o kadar çok hikaye var ki! Bizlere bu hikayeleri geleceğe
aktarmak ve geleceği dostlukla inşa etmek düşmektedir. Aynı güneşin altında,
aynı denizen iki yakasında huzur, barış ve güvenle yaşamak en büyük dileğimiz.
Anlatılan bizim
hikayemiz…
Peki Çirkince nasıl
Şirince oldu?
Köyümüz şeref saçar, Gece gökte yıldızlar,
Yaylaların üstüne.. Birer elmas parçası...
Küme küme kuş uçar, Her tarafı yaldızlar,
Tarlaların üstüne... Hain altın fırçası...
Soğuk kaynak suları, Kaval ile çobanlar,
Şırıl şırıl şırıldar. Dağdan dağa seslenir...
Söğütlerin dalları, Sürü sürü koyunlar,
Sulara gölge yapar. Yamaçlarda beslenir...
Kimdir diyen acaba Kimdir diyen acaba,
Bu yerlere Çirkince? Bu yerlere Çirkince...
Biz diyelim daima, Biz diyelim daima,
Köyümüze ŞİRİNCE... Köyümüze ŞİRİNCE...
İzmir
Valisi Kazım Dirik, 1930 yılında, Selçuk’taki Merkez Okulu’nun temel atma
töreninden sonra Çirkince’ye giderek buradaki okulu ziyaret etmiştir. Bütün
köyün çocukları valinin geçişi esnasında hep bir ağızdan, muallim Suat Bey’ın
yazıp bestelediği Köy Marşı’nı okumuşlardır. Vali Paşa marşı çok beğenmiş ve
köyün adının Şirince olarak değiştirilmesi için talimat vermiştir.
Yukarıdaki marş Muallim Suat Bey'in yazıp bestelediği marştır. Muallim Suat Bey, Kuşadası Maarif Komisyonu tarafından Çirkince'ye gönderilmiş idealist bir öğretmendir,hem çocukları eğitmiş hem de Şirince adını köye armağan etmiştir.
Tolga MERT
YÜZÜNCÜ YILINDA HER YÖNÜYLE MÜBADELE - Sandıklara Sığdırılan Hayatlar