7 Şubat 2025 Cuma

Rumların Çirkincesi / Mübadil Türkler'in Şirincesi - YÜZÜNCÜ YILINDA HER YÖNÜYLE MÜBADELE

 YÜZÜNCÜ YILINDA 

HER YÖNÜYLE 

MÜBADELE 

Sandıklara Sığdırılan Hayatlar

Anadolu, binlerce yıldır göçün getirdiği çok renklilik ile medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bugüne kadar geçen süreçte her medeniyet kendince bu toprakların zenginliğine zenginlik katarak geleceğe taşımıştır. Dünüyle bugünüyle, varıyla, yoğuyla bu topraklar kardeşçe yaşamın da öz vatanı olmuştur. Savaşlar, salgınlar, depremler, istilalar ile gidenlerle gelenler aynı güneşin altında nefes aldılar, aynı topraktan verim aldılar, aynı suları içtiler, aynı ekmeği bölüştüler.

 

İşte bu göçlerin en büyüklerinden olan” 1923 Büyük Nüfus Mübadelesi” iki yakanın bağrındaki insanlara geri dönüşü olmayan tarifsiz duygular yaşatmıştır. Bugün Efes Selçuk’u oluşturan insan popülasyonunun ise neredeyse temeli bu büyük olay ve sonrasında gelişen olaylarla oluşmuştur. O dönemlerde adı Ayasuluk olan Selçuk’ta olmayan yerleşim Şirince’de devam ettiği için, yaşanan göç öncesi ve sonrası hemen hemen her şey bu güzel köyümüzde geçmiştir.

 

İşin özüne bakacak olursak aslında anlatılan senin hikayen, anlatılan bizim hikayemiz…



 

 

AYNI GÖKYÜZÜNÜN ALTINDA

AYNI DENİZİN İKİ YAKASINDA

 

"Şu yeryüzünde cennet diye bir yer varsa, bizim Kırkınca - Şirince cennetin bir parçası olması gerekir. Ormanlarla kaplı dağlı bir bölgede kuruluydu köy. Önümüzdeki denize kadar göz alabildiğine uzayan Efes ovası… Ve baştan başa yemiş bahçeleriyle, incirliklerle, zeytinliklerle, tütün, pamuk, mısır ve susam tarlalarıyla dolu olan bu ova bizim köye aitti."

 

“Dido Sotiriyu – Benden Selam Söyle Anadolu’ya”

 

RUMLAR’IN ÇİRKİNCESİ

MÜBADİL TÜRKLER’İN ŞİRİNCESİ

 

Kısaca

 

Bugünkü Selçuk ilçesi sınırlan içinde kalan yerleşmeler, Osmanlı devri boyunca büyük iskan değişikliklerine uğramıştır.En önemli iskan değişiklikleri 19. yüzyılda Balkanlardan alınan göçler, Yörük aşiretlerinin iskanı ve İzmir-Aydın demiryolunun yapımıyla vuku bulmuştur.

 

Bütün bu değişikliklere karşın, bölgede önemli bir Rum nüfus barınmıştır. Söz konusu göç ve yerleştirmeler sonucunda bölge nüfusu, çok az bir farkla Müslüman nüfusun lehine dönmüş ve 1923-24 Türk-Yunan Mübadelesi ile bölgede hiç Rum kalmamıştır. Bölgeden göç eden Rumlar, Atina ile Selanik arasındaki Katarini kasabasına bağlı “Nea Ephesos” adında bir köy kurmuşlardır.

 

 

Settlements within the borders of today’s Selçuk were exposed to huge housing changes throughout the Ottoman Era. Migrations from the Balkans in the 19th century, the Yoruk tribe settling in the area, and the construction of the Izmir-Aydın railway were the most important housing changes.

 

In spite of these changes, an important Greek population took shelter in the region. Together with the said migrations and settlements, the region had a population slightly in favour of Muslims, and no Greeks were left in the region after the 1923-24 Turkish – Greek population exchange. 

MÜBADELE ÖNCESİ ŞİRİNCE

 

İzmir’in Selçuk (Ayasuluk) ilçesine bağlı Efes Antik Kenti yakınlarında bulunan bir köy yerleşimi olan Şirince, yüzyıllardır Kırkınca, Çirkince ve bazı kaynaklarada da  “Dağdaki Efes” olarak bilinen 350 rakımlı temel geçim kaynağı incir, zeytin ve üzüm olan bir yerleşim alanıdır.

 

Söylenegelen bilgilere göre “Dağdaki Efes” ismi Efes (Ephesos) şehrinin dağılmasından sonra limanın Kuşadası’na (Scalanova) taşınmasıyla küçük bir grubun buraya gelerek ilk yerleşimi oluşturduğunu ve bu ismi aldığı düşünülmektedir. “Çirkince” isminin ise köylerinin güzelliğinin dışarıda bilinmesini istemedikleri için bu ismi kullandığı söylenir. Osmanlı arşivlerinden takip edebildiğimiz kadar bakıldığında Şirince 1583’ten 1920’lere kadar “Çirkince” ismi ile anılmaktadır.

 

1780’li yıllarda Osmanlı döneminde Çirkince’ye Rumlar yerleştiriliyor ve köy İncir’in ünlü bir merkezi haline geliyor.

 

Çirkinceli bir Rum olan yazar Dido Sotiriyu, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romanında roman kahramanı Manoli Aksiyotis o günleri şöyle bir anı ile bahseder:

 

“Bir veba salgını çökmüştü sanki köye ve canlı namına ne varsa alıp götürmüştü! Çarşı yerinde, meydanda, sokaklarda bir alay sahipsiz elbise, ev eşyası, kırılmış çanak çömlek sürünmekteydi. Bir köpek uluyordu zaman zaman, bir kedi miyavlıyordu ve yalnızlık, daha da kahredici bir hale geliyordu… Ve bizim yüreğimizle, bizim anımızla yoğruluydu burada her ev, her sokak, her ağaç, bu toprağın her taşı… Bir öfke bürüdü birden içimizi: Bizim evlerimiz değil miydi bu evler? Bu tarlalar, bu ekinler, bu ağaç? Burada büyüyüp yetişmemiş miydik biz? Buraya emek vermemiş miydik? Babalarımız burada gömülü değil miydiler?”

 

1832 ve 1833 yıllarında iki kez Çirkince'yi ziyaret eden Arundell, seyahatnamesinde Çirkince'de en az 300 ev bulunduğunu yazmaktadır. 1894 de yayınlanan La Turquie d'Asie adlı kitabında Cuinet Çirkince'de 2793 kişinin yaşadığından bahsetmekte, Ayasuluk'un idare merkezinin de Çirkince olduğunu yazmaktadır. Diğer seyyahlar ve salnamelerden çıkarabileceğimiz ortak sonuç Çirkince'nin 19. yy.da önemli ve zengin bir merkez olduğu aynı zamanda Ayasuluk'un idare merkezi olma sıfatını da taşıdığıdır.

 

Selçuk Efes Kent Belleği’nin son Efesli olarak kaydettiği Çirkinceli Yorgo Kapsal’ın kızı Dimitrula Kostaloğlu Çirkince’de yaşadığı günleri o sağlam hafızasıyla kendince şöyle aktarmıştı:

 

“Bizim köy boşalırdı Selçuk’a inerdik. Orada Selçuk’ta incir bahçelerimiz vardı. Hepsinin evi vardı orada. Yaz geldimi oraya inerdik. Manam çocuk yaptı, manam gelmezdi. Babam zengindi. Zenginler köyde kalırdı. Dört hane çeşteman (bekçi) her bir yere konurdu. Gece gezerlerdi. Türk köyleri de vardı, fukara. Onlar sakın gelirler de kapı açarlar diye. Onlar silahlarla köyü beklerlerdi. Bizim mahalle bütün zengindi.

Şimdi babam uyanıktı, okumuş, uyanıktı. O bahçeyi tutmuş, bu bahçeyi tutmuş, incirler toplandı, toplandı bütün sergilerde. Yedi tane ırgat vardı. Sepetlerle incirleri toplardı”

Giyim kuşamları, yaşam tarzları, kültürleri Türk yaşam biçimine benzese bile onları ayıran en büyük özellik inançları idi. Ortodoks Rum inancı, köyün tüm gelenek ve göreneğini şekillendiriyordu. Hatta bugün ziyaret edilen Meryem Ana Evi olarak bilinen yeri Çirkinceliler yüzyıllardır süregelen geleneklerinden biliyorlardı. Öyle ki her 15 Ağustos’ta Meryem Ana’nın göğe yükselişini anmak için Panaya Kapulu dedikleri bugünkü bülbül dağı’na yani Meryem Ana Ei diye bilinen yere (Manastır derlerdi buraya) ayin düzenlemek için 9 saat boyunca yürürlerdi.

 

İnançları ile var olan Çirkinceliler yine Büyük Nüfus Mübadelesi ile din esaslı değişime tabi tutulmuşlardır.

 

“Çevre köylerde yaşayan Türkler ile hiçbir problemi olmayan Rumlar, sosyal ve ticari ilişkiler açısından her daim türklerle bağları vardı. Özellikle Bayram kutlamalarında birbirlerini ziyaret ederlerdi.

 

Panayota Katırcı:

 

“Bayramın ikinci günü güreş ederlermiş. Güreşçiler kısa boylu olmalıymış. Uzun boylu olursa iyi güreşemezlermiş. Bayramın ikinci günü bütün yavuklular gelirmiş. Ablalıklar havaya çekilirmiş. Bir yıl içinde evlenenler, kaç kişiyse yirmi kişi, otuz kişi, kırk kiş ata binermiş. Gelin önde, güvey arkada!... Gelinler gelinliklerini giyermiş o gün. Yavuklu oldun. Büyük kese edeceksin! Ufak kese edersen ayrılıyor kız… Avcunu açacak. Ne kadar alırsa çalgıcılara çarpacak, serpecek altını… Hep altın lira! Kadınların boyunlarında yedi sekiz sıra altın olurmuş. Çirkince’nin etrafında Türk köyleri de varmış. Gelip giderlermiş birbirlerine. Kurban Bayramı’nda onlar bizi çağırırmış, biz de onları çağırmışız bayramlarımıza, yortularımıza… “Kardeş gibiydik” derdi benim manam. Pek muhabbetlilermiş, Nasıl bu harp olmuş, Yunan gelmiş, düşmanlık girmiş araya”

 

(Kemal Yalçın – Emanet Çeyiz - Yeni Efes’teki Çirkinceliler”

 

Birlite yaşamanın güzelliğini, zenginliğini yaşamış günümüzden bir asır önceki insanlar…

 

O insanlar kim miydi?

1850 Tarihli Çirkinceli Rumlar’ın Nüfus Yoklama Defteri

“Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olan Çirkinceli Rumlar’ın Nüfus Yoklama Defteri’nin sadeleştirilmiş hali aşağıdaki listededir. Buradaki isimler, aynı zamanda Lozan Mübadelesi esnasında Çirkince ’den göç etmiş ailelerdir.”

18 Mayıs-12 Eylül 1850 tarihleri arasında Ayaslug Kazası Çirkince köyünde Osmanlı vatandaşı erkek reayanın [gayrimüslim] nüfus yoklama defteridir.

Hane 7, Demirci Nikola, yaş 33, oğlu Nesture, doğumu 1265 [1849]

Hane 8, Terzi Mihail, yaşı 38, oğlu Angeli, doğumu 1265 [1849]

Hane 9, Çoban Hıristopol, yaşı 25, oğlu Atanaş, doğumu 1265 [1849], öldü

Hane 18, Duvarcı Adagide Yani, yaşı 35, oğlu Yemandi, yaşı 7, öldü

Hane 27, Rençber Haci Mihal oğlu Yorgi, yaşı 25, hasta, 1265’te [1849] öldü

Hane 42, Rençber Andıreya, yaşı 40, oğlu Vabraş, doğumu 1265 [1849]

Hane 34, Irgat Manol oğlu Sernabet Nikol, yaşı 55, hasta, 1265’te [1849] öldü

Hane 28, Rençber Solak oğlu Yorgi, yaşı 27, oğlu Kiryako, doğumu 1265 [1849]

Hane 51, Duvarcı Mimar oğlu Manol, yaşı 33, oğlu İsteryo, doğumu 1265 [1849]

Hane 53, Duvarcı Kavurma oğlu Manol, yaşı 35, oğlu İstiman, yaşı 14, hasta, 1265’te [1849] öldü

Hane 55, Çoban Bekar oğlu Nikol, yaşı 30, oğlu Simo, doğumu 1265 [1849]

Hane 58, Rençber Yodor oğlu Sava, yaşı 33, oğlu Mihal, doğumu 1265 [1849]

Hane 59, Değirmenci Dimitri oğlu Haci Taluz, yaşı 65, hasta, 1265’te [1849] öldü

Hane 78, Rençber Lak oğlu Banago, yaşı 50, oğlu Marko, doğumu 1265 [1849]

Hane 81, Rençber Çolak oğlu Nikola, yaşı 25, oğlu Andıreya, doğumu 1265 [1849]

Hane 90, Rençber Menac oğlu Nikola, yaşı 33, oğlu Kiryako, doğumu 1265 [1849]

 

TOPLAM

Doğan 10, Ölen 6, [toplam] 16

Mevcut Haneler 420, Mevcut Nüfus 989

18 Mayıs-12 Eylül 1850 tarihleri arasında doğan 10 kişi eklendi,

Aynı tarihte ölen 6 kişi düşüldü,

Toplam Hane 418, Nüfus 993

İşbu 18 Mayıs-12 Eylül 1850 tarihleri arasında Ayaslug Kazası Çirkince köyünde Osmanlı vatandaşı erkek reayadan [gayrimüslim] doğan ve ölenlerin sayılarını gösteren bir adet erkek nüfus yoklama defteri hazırlandı.

Sene Hicri - 1266 [ Miladi-1850]

[imza ve mühür]

Aydın Sancağı Kaymakamı

***************************************************************************

MÜBADELE VE SONRASINDA ŞİRİNCE

YENİ EFESLİLER

 

Dimitrula Kostaloğlu:

 

“Babam İzmir’deydi. Bir haber geldi: “Çabuk Pampırlara binin, İzmir’e kaçın.” Manam köyde. Tutu bederin biri, manamın kardeşinin kızını aldı sonra, o oğlan bizde bederdi, fukaraydı. Ona bir hayvan verdiler, bizim hayvanlardan.Git ablanı al! Manam tutmuş çuvalın içine sokmuş. O çuvalın içinde geldi, o çuvalla kaçtık biz.”

 

(Selçuk Efes Kent Belleği sözlü tarih çalışmaları - 2013)

 

Hayrettin Örtül

“Hatırlarım işte 30 Ağustos’ta buraya çıktık On gün sürdü bizim on üç köy bindi vapura on üç köy Selanik’den akrabalarla bi daha görüşemeyiz diye helalaştılar hep böyle kalabalık aileler biribirine…Ondan sonra vapura bindirdiler bizi gidecez de nereye gidecekler bilmezler ordan Anadolu ama nereye hiç bilmezler bizim burada doksan üç tane akrabamız var babamın halası İskender Akkoç, Tufan Akkoç var şimdi İstanbul’da biz İzmir’e geldiğimiz zaman o aldı bizi siz Çirkince’ye gidin dedi hükümet çünkü sorar nereye gideceksin diye. Selanik’e geldik. Trenle getirdiler Selanik’e eşya aldık, yer, yataklar eşyamız çoktu hatta hayvan bile bazıları aldı biz bir köpek getirdik o çoban köpeği koyun köpeğiydi çok meşurdu. Biz beş kişi amcam evliydi o da aile olarak geldi hepimiz beraber buraya iskân ettik Florina’dan Selanik’e geldik. Selanik’de vapura bindirdiler bilemem en büyük vapur adı neydi Gülcemal… çok istifra eden oldu tuttu çok yani insanları on üç köy bi vapurda Selanik’den bi vapura bindik emide ambara attılar herkesin öyle ayrı oda moda yok tabi bir ambarda içinde üç kat vardı hasta hatta bi tane bi çocuk ölü varmış içerde bağırdılar vapur gitmez atın beni vapur gitmez diye…cenazeler içerde…Herkes börek ekmek Selanik’den bindiğiniz zaman her şey hazır vermediler hükümet tarafından verilmedi herkes aldı hakkını vapurda da satarlardı ekmek büyük vapur ya çok büyük vapur.”

(Selçuk Efes Kent Belleği sözlü tarih çalışmaları - 2008)

 

 

Mübadeleye giden süreci ve mübadelenin sonuçlarını bu kitap içerisinde her açıdan görmemiz mümkün. Fakat o insanların ne hissettiklerini hissetmemiz, doğrudan onların cümlelerini hissederek mümkün olabilir. Bir asırı deviren iki çocuğun hafızalarında kalanları okurken, bir dönemin ruh haliyle konuşur gibi hissediyoruz.Dimitrula Kostaloğlu ve Hayrettin Örtül milyonlarca çocuktan sadece ikisi. Ve anlattıklarının sadece bir kısmında bile hayal gücümüzü zorlayıcı duygularla baş başa kalıyoruz.

 

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan “Türk ve Yunan Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” başlıklı uluslararası anlaşmadan sonra karşılıklı olarak zorunlu göç uygulanmaya başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde verdiğimiz Kurtuluş Savaşı mücadelesinin kazanılmasının ardından Yunanistan’da Müslüman Türkler, Anadolu’da Hristiyan Rumlar açık tehtid haline gelmişti. İşte Şirince (Çirkince) bu durumdan dolayı 1922 yılının sonbaharında boşaltılmak zorunda kalınmıştır. Yeni misafirleri gelene kadar boş kalan köy, çeteler ve yağmacılar tarafından elbette açık hedef haline gelerek talana uğramıştır.

 

Şirince’ye yeniden yerleşim sürecinde, öncesinde köyde yaşayan Rumlardan duydukları bu köye gelmek istemiş yeni Şirinceliler. Sözlü tarih çalışmasını bizzat gerçekleştirdiğim 1955 Şirince doğumlu Ahmet Dereli, bu durumu en güzel aktaranlardan biri olmuştur.

 

“Şirince’ye dedelerimiz gelmiş. Selanik’ten geliyorlar. Mübadele göçmeni olarak geliyorlar. 1924’te. Babamlar burada dogma. Selanik, Kavala, Müştiyan’dan gelmişler. Dedelerin göç hikayelerini çok duyduk. Ama çocuktuk, ilgilenmedik. Gemilerle gelmişler. Yollarda bütün altı yedi köy toplanıp gelmişler. Anlatırlardı da biz ya çocuktuk aklımız ermezdi, ya merak etmedik, dinlerdik.

 

İlk İzmir’e geliyorlar. Ondan sonra Şirince’ye geliyorlar. Duymuşlar Şirince’yi. Buradan gidenler tavsiye etmiş. Gelmişler işte, beş-on kişi. Bakmışlar, beğenmişler. Sonra Şirince’ye yerleşiyorlar. Şirince o zamanlar kalabalık. Bin sekiz yüz hane olarak Şirince’ye yerleşmişler. Müştüyanlılar bizimkiler, geldiklerinde ilk yirmi hane falan Giritli varmış. Onlarda kaçak olarak gelmişler bizden önce. Bizimkiler mübadele göçmeni olarak gelince, Giritliler’I Selçuk’a göndermişler.“

 

Yine geminin İzmir’e yanaşmasından sonraki süreci, karantinaya alınmalarını ve sonrasını Hayrettin Örtül anlatıyor:

 

“Orada banyolar vardı. Yani tecil yaptılar. Yani hastalık mastalık gelir diye. Gelmesin, tecil yaptılar bizi. Karantina, ama hamamlara soktular bütün halkı. Giren girdi, girmeyen girmedi. İnmedi vapurdan bile. Biz girdik hepimiz, bütün aile. Oradan evlerimize trenle getirdiler buraya kadar. Suyu ilaçlamışlar. Aşı yaptılar hamamdan sonra Tepecik’e getirdiler. Tepecik’te bir gece yattık. İstasyonda açıkta. Kalabalık anacık babacık. Tabi dağıldı onlar başka tarafa.”

 

Bu sürecin ardından Şirince’ye gelerek iskan memurunun gösterdiği eve yerleşmişler. Ceplerinde kalan son paraları ile kısa bir süre geçindikten sonra devletin o dönemlerdeki verdiği toprakları işleyerek yaşamlarına devam etmişler.

 

Yine 1952 yılında Şirince’de doğmuş Dinçer İnce, aile büyüklerinden dinlediği kadar, yerleştikleri dönemi şöyle anlatıyyor:

 

“İlk izlenim çok ilginç. Babam rahmetli şöyle anlatırdı: İstasyonda indik. Tabi o günün ulaşım aracı develer, yani bugünkü kamyonun yerini tutuyor. İşte deve katarları gelmiş, başlarında deveciler var. Tabi ilk garipsedikleri buranın insanları oluyor. Kara kuru, kavrulmuş insancıklar diyelim. Bizimkiler Rumeli’den gelmiş zaten geliyorlar buradaki insanları. Lakin bir sene sonra bizde onlara benzedik. Demekki iklim böyle yapıyormuş. Sonra bud eve katarlarına eşyalar yükleniyor ve Şirince’ye doğru yola çıkıyorlar. Çıkıyorlar ama yol patika. Yani elli santimetre genişliği.ne de bir patika. Onlarda yol böyleyse köy kim bilir nasıldır? Onun tabiri bu: “Masal dünyasına geldik.” zannediyor. Hani anlatırlar ya yedi katlı yer altında şehirler ya masallarda, Şirince’yi tahmin ediyorlar. Heralde akşam güneşi ile o gün ışıması ile beraber akşamın o alacakaranlığı yansıyor. Muhteşem, iki bin haneli bir yerleşim bölgesi.”

 

Bir bilinmeze yolculuğun ardından Şirince gibi muazzam derecede güzel bir köye erişmelerindeki mutluluğu bu satırlardan rahatlıkla hissedebiliyoruz. Ben de 4. Kuşak bir mübadil olarak konu ile ilgili okuduğum her cümle beni köklerime götürüyor.

 

İskender Özsoy’un Mübadele’nin Öksüz Çocukları kitabında bahsettiği Şirince’nin eski muhtarlarından Ali Kaya’nın aktardıkları ise insanı derinden etkiler nitelikte.

 

“Müştiyan’ın yaşlıları Şirince’ye geldiklerinde mal istememişler. “Gavurun malını ne yapalım, biz nasıl olsa memleketimize döneceğiz” demişler. Onlar burayı bir türlü benimseyemedi. Memleket olarak Müştiyan’ı görüyorlardı. Hep oraları özlüyorlardı.”

 

Memleket kavramı gelenler için başkaydı, gidenler için başka ve bugün bizler için başka. Bu topraklara tüm benliğimizle memleketimiz diyoruz. Küçük yaşta çıktıkları yerleri hala memleket benimsemeleri ve oranın hayali ile yaşamaları büyük travma olsa gerek.

 

Gelen mübadiller artık yeni vatanlarına alışma süreçlerinde toprağı işlemek anlamında tütüncülüğe hakim oldukları için bu isle uğraşmışlar. Zeytin ve incir ile geldiklerinde tanıştıkları için bir süre bocalasalarda ilerleyen zamanlarda tütün kazancının az olamsı ve devletin tütün ile ilgili kısıtlamalar sebebiyle incir ve zeytine yönelerek geçimlerini sağlamışlardır.

 

Geldiklerinde mübadele ile boşaltılan Şirince’de başka yerlerde yaşanılan çatışmalar, kavgalar, anlaşmazlıklar yaşanmamıştır. Sadece mübadil göçmenlerde oluşan bir köy olarak bir süre devam etmişlerdir. Sonraki zamanlarda ulaşımın zorluğu, iş imkanlarının azlığı gibi sebeplerle genç nesil çevre il ve ilçelere yerleşirken özellikle bugün Selçuk’u oluşturanlar olarak tarihe geçmişlerdir. Yaşı ileri olanlar ise köyde kalmayı seçmişlerdir.

 

Yeni bir hayat, yeni bir iş, yeni bir okul, yeni bir köy ile yeniden hayatlarını idame ettimişler Şirince Mübadilleri. Geleneklerini, göreneklerini, örf ve adetlerini burada da sürdürerek geçmişin izlerini kendilerinde, mekanlarında yaşatmaya devam etmişlerdir. Köyün tüm eksikliklerini imece usulüyle tüm köyün katılımıyla giderirlermiş. En hareketli mekanlar ise bugün olduğu gibi köyün kahvehaneleri. Kim bilir ne sohbetler, ne acılar, ne sevinçler paylaşıldı Şirince’nin kahvelerinde.

 

Anlatılacak, yazılacak, unutturulmayacak o kadar çok hikaye var ki! Bizlere bu hikayeleri geleceğe aktarmak ve geleceği dostlukla inşa etmek düşmektedir. Aynı güneşin altında, aynı denizen iki yakasında huzur, barış ve güvenle yaşamak en büyük dileğimiz.

 

Anlatılan bizim hikayemiz…

 

Peki Çirkince nasıl Şirince oldu?

 

Köyümüz şeref saçar, Gece gökte yıldızlar,
Yaylaların üstüne.. Birer elmas parçası...
Küme küme kuş uçar, Her tarafı yaldızlar,
Tarlaların üstüne... Hain altın fırçası...

Soğuk kaynak suları, Kaval ile çobanlar,
Şırıl şırıl şırıldar. Dağdan dağa seslenir...
Söğütlerin dalları, Sürü sürü koyunlar,
Sulara gölge yapar. Yamaçlarda beslenir...


Kimdir diyen acaba Kimdir diyen acaba,
Bu yerlere Çirkince? Bu yerlere Çirkince...
Biz diyelim daima, Biz diyelim daima,
Köyümüze ŞİRİNCE... Köyümüze ŞİRİNCE...


 

İzmir Valisi Kazım Dirik, 1930 yılında, Selçuk’taki Merkez Okulu’nun temel atma töreninden sonra Çirkince’ye giderek buradaki okulu ziyaret etmiştir. Bütün köyün çocukları valinin geçişi esnasında hep bir ağızdan, muallim Suat Bey’ın yazıp bestelediği Köy Marşı’nı okumuşlardır. Vali Paşa marşı çok beğenmiş ve köyün adının Şirince olarak değiştirilmesi için talimat vermiştir.

 

Yukarıdaki marş Muallim Suat Bey'in yazıp bestelediği marştır. Muallim Suat Bey, Kuşadası Maarif Komisyonu tarafından Çirkince'ye gönderilmiş idealist bir öğretmendir,hem çocukları eğitmiş hem de Şirince adını köye armağan etmiştir.

Tolga MERT




YÜZÜNCÜ YILINDA  HER YÖNÜYLE  MÜBADELE  - Sandıklara Sığdırılan Hayatlar 

 (Selçuk Efes Kent Belleği Yayınları 8, Sayfalar 146-157, Tolga Mert)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Tarihin Ete Kemiğe Bürünmüş Hali: Anadolu’dur

Bugün “Antik Yunan” diye sunulan ne varsa, onun çoğu aslında Anadolu’nun etinden, kanından, toprağından beslenmiştir. Felsefenin kıvılcımı, ...