Hüseyin Namıdiğer Arpa!
Efes Selçuk’ta 1947 yılıydı.
Tek katlı bir evde evin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi Hüseyin Arpa, Namıdiğer ARPA…
Baba adı Mehmet Arpa, anne adı Naile Arpa…
Yoksullardı, belki de o dönemin en büyük şanssızlığıydı bu, ama onun bir şanssızlığı daha vardı. Daha kundaktayken annesi onu bırakıp gitmişti. Babası ve babaannesiyle kala kaldı.
Babaannesini anne bilmiş onun elinde büyümüştü. Tüm dünyası babaannesi oldu. Adı Gülsüm’dü…
Gülsüm nenesinin evi aynı bahçe içerisinde kendi evleriyle karşılıklıydı. Gülsüm nenesinin elinde büyüdü. Bu sırada baba bir anne ayrı iki kardeşi daha oldu. İhsan ve Mustafa. Hüseyin’in okul çağı geldi. Her yaşıtı gibi o dönemin tek okulu olan İsa Bey İlk Okulu’na gitti. Çalışkan ve başarılıydı. Amcası Hasan Arpa okul araç gereçleri için her daim ona yardım ederdi. Yengesi Elif’te…
Hatta zekâsına ve başarısına hayran olan bir aile onu evlat edinmek istedi. Okutup topluma yararlı bir birey yapmak istiyoruz dediler. Fakat babası evladını Hüseyin’i veremedi. O da 4. sınıftan sonra okulu bıraktı.
Hayata tutunmak için çalışması gerekliydi. Şirinceli Şahap’ın kahvesinde garsonlukta yaptı, yevmiyeci olarak dönemin meşhur Selçuk karpuzunun bostanını kırmaya da gitti. Fakat en çok yaptığı ve sevdiği işlerden birisi mangırcılıktı.
Efes Selçuk’ta bir zamanlar birçok kişinin geçim kaynaklarından birisiydi mangırcılık. Yani antik paraları (Sikkeler) bulup turistlere satmak. Tabi o zamanlar bu konuda yasal bir işlem yoktu. Efes’te tütün tarlaları arasında özellikle yağmur yağdığında güneşin doğuşuyla birlikte arayıp bulurdu o mangırları. Sonra da Efes Antik Kenti girişinde satardı bunları. Kazandığını aslında ailesine verirdi. Çokta parayla işi yoktu…
Her delikanlı gibi içi kıpır kıpırdı. İpek adında bir kadına âşık olmuştu. Yolunu gözler, içinde yaşardı aşkını. Kader mahkûmu da oldu. Hayatının çeşitli zamanlarında Selçuk’ta, Buca’da Denizli Acıpayam’da, Aydın’da hapis yattı. Kardeşleri ziyaretine geldiğinde ise İpek nasıl? Görüyor musunuz? Evlendi mi? diye sorardı…
20’li yaşlarının başında her erkek gibi onun da askerliğe gitme vakti geldi. Ankara Etimesgut 3. Hava İkmal Bakım Merkezi’nde askerliğine başladı. Mutfakta soğan soyardı çoğu zaman.
Fakat ne olduysa alışamadı askerliğe. Kaçıp kaçıp evine, efes Selçuk’a geliyordu. Sonra tekrar gitmek zorunda kalıyordu. Bu böyle defalarca sürdü. Askerliği 6 yılda zor bela bitirdi. En son İzmirli bir başçavuşun yardımlarıyla terhisini alarak evine döndü.
Bir süre boş gezdikten sonra çeşitli dönemlerdeki kader mahkûmluğunu tekrar tekrar yaşadı. 30’lu yaşlarının ortasına geldiğinde sağlıklı düşünmemeye başladı. Herhangi bir işte çalışamaz hale gelmişti. Kişisel işlerini dahi tek başına gideremeyecek durumdaydı. Eve gitmez, gitse de babaannesi Gülsüm nenenin yanında kalırdı. Aile bağları kopmuştu. Sokaklarda yatar ve neredeyse sürekli alkol tüketirdi.
İşte Efes Selçuk’un tanıdığı, herkesin hafızasında yer alan meşhur Arpa Hüseyin bu zamandan sonra meydanlarda olmaya başladı. Besin olarak sevdiği şeylerden birisiydi çiğ balık. Balıkhaneden verirlerdi ona. O da şarap ile birlikte tüketirdi bunu. Hatta kente ilk suşiyi getiren adam diye biliriz biz onu. Kuşadası yolunda, hastahane kavşağı onun meskeniydi. Bakımlarını yapamadığı için sakalları tarihten fırlamış bir filozof gibi uzar, salaş giyinirdi. Bana Herakleitos’un yansıması gibi geliyor şimdilerde…
Canının istediği yerde kalır isterse de arada eve giderdi. Kimseye zararı olmadı. Kendi halinde yaşamda tutunmaya çalışırdı bazen bilinçlice bazen bilinçsizce. Geçimine destek olan herkese minnetle bakardı. Ona su verene, sigara verene, ekmek verene hep minnettar kaldı. Sokakları dolaşır dinlenmek için bir bank ya da o meşhur kavşağına giderdi. Küfür etmeyi severdi, ne de olsa sokak jargonuyla yaşıyordu.
Aslında kentimizin hafızalarında yer alan değerlerden oldu zamanla. Biz Efes Selçuklular taşımıza, toprağımıza her türlü insanımıza sahip çıkan bir aile gibiyiz. Kent jargonuna girmiş bir kişilikti. Saçı sakalı uzayan kişilere ne deriz biliyorsunuz!
“Arpa gibi olmuşsun” .
Efes Selçuklular dışında kimse anlamaz bu cümleyi.
Efes Selçuk Belediyesi bakımını yapardı ara ara. Saçlarını sıfıra vurdurup, yıkarlar, tertemiz kıyafetlerle tekrardan başlardı sokak yaşantısına. Yeniden o kavşakta geleni geçeni selamlardı. Görevi gibi sahiplendi o kavşağı. Arada bir aklı yerine gelir ve tanıdıklarına selam verirdi. Bir gün trenin altına yatarak kendisini öldürmek istemiş. Neden mi? Kim bilir…? Fakat trenin çarpmasına 2 saniye kala kendine gelerek raylardan kalkmış ve yoluna devam etmiş.
Yine o aklı başına geldiği günlerden bir gün evine geldi. Amcası Hasan’ın eşi Elif’i çok severdi. Oturdu kapısının önüne aklı geliverdi, mazisini hatırladı. Elif yenge çok öğüt verdi ona hayatla ilgili gençliğinde. Sanki özür dilemek niyetiyle “ Yenge sen bana çok öğüt verdin zamanında ama ben onu tutmadım affet beni” dedi. Dünyadan gideceğini hissetmiş gibi.
Bu sözden iki ay sonra 4 Kasım 2006 tarihinde elim bir trafik kazasında yine meskeninde, o kavşakta kazaya kurban gitti. Ona çarpan araç kaçtı ve bulunamadı. Yaralıydı. Çevredeki vatandaşlar onu hastahaneye kaldırdı. Kurtulamadı tüm müdahalelere rağmen. Göçüp gitti kentimizden. Öylesine sevilmişti ki vefatının 52’sinde belediye tavuklu pilav dağıtarak hayrını yaptı. Efes Selçuklular ona dua etti.
Işıklar içinde uyusun Hüseyin ARPA…
Hatırlanmak güzel şeydir eminim yıllar sonra. İyisiyle kötüsüyle belleklerimizde yer alan bir figür olarak kaldı Arpa. Günlük sohbetlerimize, kentin jargonuna girdi ismiyle, nevi şahsına münhasır kişiliğiyle. Bizim olan hep değerlidir bu kentte. Değerliydin Arpa sende. Bizler seni tebessümle hatırlıyoruz yıllar sonra…
Kentimizin ilk kültür sanat dergisinde seni yazmak, seni derinlemesine öğrenmek belleklerimizi diri tuttu. Benim çocukluğumda, kiminin gençliğinde, kiminin ileri yaşlarında bildiği hafızamızdan silinmeyen o güzel insan Arpa, işte böyle biriydi…
Mekanı cennet ruhu şadolsun
YanıtlaSil